Elini Al-brad'a uzattı baron, ve bileğinden fırlayan pistol büyük bir gürültü ike patladı, karşısında diz çökmüş zavallı adam ise yere yığılıverdi. Bir yılanın daha başı ezilmişti.
"Bazı sorunların basit çözümleri vardır." Dedi "Ve bu sorun çözüldü."
Tam arkasını dönmüş gitmeye hazırlanırken yolun kenarına yatmış bir ceset dikkatini çekti, hayır bu bir ceset değildi, yavaşta olsa nefes alıyordu. Hafifçe yanına sokuldu kızın ve ondan sadece on santim uzaktaki ufak şişeyi aldı, bu bir oktu avcının uyutucu oku, bir suikastçı veya paralı asker olabileceği geldi aklına, sonuçta avcının hedefi olduysa önemli bir ndeni var demektir ama kızı yüz üstü çevirince bir kolunun olmadığını fark etti. İlgisini çekmişti bu kız, oldukça yabancı bir simaya sahipti, giyimi ise bir farklıydı, sanki çok uzaklardan gelmiş gibiydi, ona eskilerden bir şeyleri hatırlatıyordu, çoktan unuttu bir şeyleri.
Yeniden ayaklandı baron ve elini havaya kaldırıp hafifçe çevirdi, bu hazırlanın demekti. Gidiyoruz. Gitmeden ufak bir bakış attı kıza, gözlerini araladığını fark etti ve onu gördü. Gözlerinin içindeki o tanıdık parıltı, göz kamaştırıcıydı sanki içinde baskılanmış bir güç gizliydi. DNA'sına işlenmiş büyülü bir imza sezinledi, uzun zaman önce yok olmuş bir şey ve kızı işaret ederek "Onuda alın." Dedi
"Kızı çok mu beğendiniz efendiniz efendi Korlis."
"Hayır aptal! Onda bir şeyler var bunu hissedebiliyorum. Sadecekızı alın!"
...Gözlerini açtı Anua, üzerindeki buruşuk yorganı hafifçe kenara iteledi, aslında oldukça rahatsızdı, çölde geçen bitmek bilmez yolculuğunu hala unutamamıştı. Kim bilir kaç gün boyunca yürümüştü, korkunç bir umutsuzluk ve acı içinde ama sadece kötü şeyler kalmamıştı aklında, aslında ona azda olsa umut veren bir şeyler vardı, her düşüşünde yola devam etmesini söyleyen bir şeyler... biri.
Gözlerini boş boş odada gezdirirken karşısındaki kapının eşiğinden onu izleyen biri olduğunu fark etti. Hafifçe kapıya yaslanmış düşünceli bir ifadeyle yere bakıyordu. Bir an için göz göze geldiler ve kapı eşiğindeki bu adam garip bir telaşa kapıldı.
"Şey, uyanmışsın!"
Bir süre öylece baktı doğrulmaya çalışan Anua'ya.
"Korlis artık konuşabildiğini söyledi ve hafızan ile ilgili bir şeyler daha zırvaladı, neyse ama beni hatırlıyorsun deği mu?"
"Evet." Dedi Anua sesi oldukça normal ve şaşırtıcı şekilde sakindi, istemsizce bir yerlere dalıyor sanki bir şeyleri umutsuzca hatırlamaya çalışıyor gibiydi.
"Klaud, evet adın bu. Beni kurtardın, sağ ol."
Bir süre daha bakıştılar. Klaud hafaifçe gerileyip iç geçirdi.
"Her neyse eğer yeterince dinlendiysen... ve tabi istersen sana biraz şehri gezdirebilirim. Evet pek iyi bir ilk izlenim yaratmadı sende. Sokak çeteleri, savaşlar falan ama güzellikleride vardır emin ol. Yani tabi istersen?"
Sağ eliyle yüzünü ovaladı Anua ve bir süre sadece avucunun içine baktıktan sonra "Tabi ki!" dedi "Neden olmasın!"
İşte şimdi gerçekten mutlu gibi gözüküyordu, kafasının içindekileri bir kenara bırakmış sadece o ana odaklanmıştı. Sonunda çıktı o dar ve nemli odadan burası ufak bir salon gibiydi. Bir duvar neredeyse baştan başa kimi kırık kimiyse belli belirsiz mavi bir ışık saçan ekranlarla kaplıydı.
"Evet burası baronun evi."
"Baronda kim?"
"Baron kim mi? Korlis tabiki ama doğru buralara yabancısın, neyse işte kimileri ona baron der. Ondan benimde dilime takıldı.
Salonda görülen tek perdeyi açtı Klaud ve yeni doğan güneşim kızılımsı ışığı salonu doldurdu. Salonun tam ortasına düzensizce yerleştirilmiş koltukların üzeri aşık kahve ve en az on yıllık gibi gözüken çarşaflarla örtülmüştü.
"Burası çok hoşmuş."
"Değil mi? Korlis'i uzun zamandır tanırım merhametli bir adamdır. Ara sıra kafayı yesede."
"Kafayı yemek derken?"
Boğazını temizledi Klaud "Boşver bi önemi yok yinede sana garip efsanelerden falan bahsetmeye başlarsa kulak asma."
İstemsizce kıkırdadı Anua ve kafasını salladı.
"Aslıda şu efsaneleri dinlemek isterdim, belki biri sorularıma cevap olur."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anuand
AvventuraAyakkabısını büyük bir güçlükle çıkardı Anua ve ters çevirdiği gibi yığınla kum diğerlerinin üzerine döküldü. Her yerde kum vardı en kötüsü parıldayan güneş onları ısıtıyor ve üzerinde yürümesini imkansız hale getiriyordu, en azından gündüzleri böyl...