KARDEŞİMİN HİKAYESİ(Babasının bir tanesi...)

166 4 4
                                    

Rüya olduğunun düşüncesiyle, korkuyla açılan gözler, tatlılıkla gülümseyen iki kahverengi halkayla buluştu. Nedense insanlar yaşamak istedikleri anları yaşayınca gerçek olduğuna inanamıyorlar. Belki de inanmak istemiyorlar.Gerçekler mutlulukla el ele iken bile ürkütücü olabiliyorlar.Hayal edilenler yaşanınca pek de kıymetli olmuyorlar.

Genç kız karşısındaki adamın ona olan bakışlarına anlam veremezken kendini aynı şekilde ona bakarken buldu. "Ben en iyisi size bir çorba yapayım, sıcacık için," diyerek ayağa kalkıp mutfağa yöneldi. Genç adam tek başına kalınca gözleri mayhoşça kısıldı, dudaklarının kenarında sevimlice bir gülümseme belirdi. İnsan sevdiğini görünce gözlerini ondan ayıramaması normal tabi. Onu düşünürken bile damarlarındaki kan akışı yavaşlıyor, beyin sinyallerinden vücuduna doğru ağır çekimde bir hareketsizlik yuvarlanıyor. Taş kesilmiş bir heykel misali hiç yok olmayacakmış gibi bakıyor gözlerinin kahverengisindeki siyahın içine. Her bir hareketini zihnine kazıyor. Gülümsediğinde gözlerinin kenarlarında oluşan çizgileri, dinlerken kaşlarının havaya kalkmasını, konuşurken arada parmaklarıyla oynamasını, ona bakarken gözlerinin hareketini inceliyor. Yaptığı her hamle hoşuna gidiyor. Dayanamayacak gibi hissediyor. Kollarının arasındaki kocaman dünyayla kucaklamak istiyor onu.Muhtaç kalbini yerinden söküp avuçlarının içine koymak istiyor.Onu gördüğünde içinde gümbürdeyen sesi anlatmanın en şekerli şahane yolu bu.

"Buyurun, soğutmadan için. Kendinize gelirsiniz," diye gelip yanına oturan narin ses tepsiyi masanın üzerine koyarak genç adamı yerinde doğrulttu. Her göz göze geldiklerince genç adamın kalbinde bir karınca yürüyor. Bu kadar hafif olmasına karşılık kalbinin ortası susuz çöle dönüştü karıncanın ayaklarının iziyle. "Haydi ama, ne duruyorsunuz?" diye ona bakan büyük iki çift göz adamın çekingen haline ve geldiğinden beri tek kelime etmemesine sinirlense de yaşadığı şoku atlatmasını bekliyordu. Oysaki şunu bilseydi, en büyük şoku yaratan onun genç adamın dokunabileceği kadar yakınında olması...

İnsanlar kokuları unutmazlar. Bilinçaltının en iyi hatırladığı şey kokudur. Bir kokunun hatırlattıkları, bir bulutun yastık olup bir başı taşıyabilmesi kadar gerçek. Çorbanın kokusu genç adamı sevinçli bir hüzne boğdu. Önündekini yerken kıza bakmamaya gayret ediyor, hatırladığı anısını unutmaya çalışıyor. Unutulmaya çalışılan anılar unutulmayacak olan anılardır. Ölümle beraber can bedenden ayrılırken ancak unutulacak olan bir aile genç adamın sevinçli hüznüdür.

Mercimek çorbası her zamanki mercimek çorbasıydı işte. Mercimek çorbasını güzel yapan annesinin elinin değmesiydi sadece. Güvercinin yavrusu gözüne kartal gözükürken, yavrunun annesi dünyanın en yegane varlığıdır. Annesi aklına gelen genç adam çorbayı yudumlarken gözlerine dolan yaşları satır satır dökmek istiyor toprağın üzerine.

Cinayet uğruna dökülen annenin kanı su olup, akıp gitti yeryüzünde. Genç adam her su içişinde annesinin kanı dudaklarına dolanıyor. Mercimeğin kokusu küçükken düşüp, ağlayarak yüzünü gömdüğü ince boynun kokusu.

"Artık gitsem iyi olacak," diyerek ona bakan genç adam ayağa kalktı.

"Fakat çorbanızı bitirmediniz. Yoksa beğenmediniz mi?" Genç kızın tedirgin hali genç adamın kalbine kek misali bir kürdan sapladı. Başını yana yatırıp genç kızın buğulu gözlerine baktı.

"Ellerine sağlık. Çok güzel olmuş. Ancak gitmeliyim," diyerek hızlı adımlarla kapıdan çıktı ve gitti.

Genç kızın ardında kalan tek şey bir miktar hızlı ayak sesi, sakin bir soluma ve az önce buradayken şimdi burada olmadığını bilen bir kapı tıngırtısı...


Güneş batarken içindeki huysuzluğa dert katan gökyüzü, genç adamın halinden hiç anlamıyordu. Oysaki ikisi çok iyi dosttu. Arkadaşçasına, kardeşcesine iki varlığın dostu, dost olabilmek için insan varlığına gerek duyulmadığını gösterir. Fakat gökyüzü kararırken genç adamın içi de kararıyordu, avare dolaştığı kaldırımlar ayaklarının altından kayıyor, uzaklara serpiliyordu .Küçükken yalvara yakara dışarıya çıkmak için izin aldığı annesi demişti ki "Gökyüzü kararmadan evde ol." Gökyüzü kararmadan evde olduğunda merdiven basamaklarını çıkarken duyduğu seslerin ne olduğuna anlam verememişti. Kulaklarına yayılan ses dalgaları açık kapının önüne geldiğinde gördüğü manzara karşısında şaşkına dönerek bir "Ah" etti. Eski virane evin eski virane koltuğunda oturan annesinin başına doğru çekişen yumruklar gözlerine acılı biber salgılıyor, gözyaşlarını yanaklarından korkakça süzülen zehre çeviriyordu. Babasının sinirden pörtlemiş gözleri kocaman ellerinin yumruklarıyla birleştiği zaman küçük çocuğun gördüğü bir canavardan farksızdı .Annesi dövülen bir çocuğun elinden gelebilecek tek şey, ağır hareketlerle süzülüp kapı eşiğine oturmak, başını ellerinin arasına alıp kulaklarını küfürlere ve acıyla çıkan seslere kapatmak, gözlerini gördüklerine sımsıkı kör etmek ve istemsizce çabukça bitmesini isteyip bir ileri bir geri sallanmak. Küçük bir çocuğun isteyebileceği tek şey istemek.Korkudan güçlü tek bir duygu dahi yoktur.Korku kalbindeki büyük tsunami dalgalarına, beynindeki felce sebep olur.

Genç adam anılarla dolu başını kaldırımdan kaldırdığında bilmediği bir yerde bilmediği bir koca ağacın güçlü gövdesine bakarken buldu kendini. Yaratan ağacın dallarını yaratırken yukarı doğru kıvırmış ki o dalları el misali kullansın ve bana dua etsin diye. Güneş batarken üzerine bir ışık salmış ki her dua edişinde aydınlansın diye...

Anılarla dolu mazi, anne kokusunun özlemi hatırlanınca nereye gideceğini, nerede duracağını bilemez. Koca ağacın dalları kadar güçlü, kıymetli, değerli olan genç adamın annesi bir gece iki erkek evladından ayrılıp, gözyaşlarıyla kollarından sürüklenerek yaşadığı şehirden çok uzaklara bırakıldı. Genç adamın hatırladığı çok şey var. Annesi ona gülümsediği zaman yüzünde oluşan güneşli gökyüzünü hatırlıyor, gözlerinin içine yağmur damlalarıyla kara şimşekler düğümleniyor. Başını defalarca duvarlara vurmak istediğini hatırlıyor, acıya dayanamayacağından korkup cesaretinden utanıyor. Birde annesinden. Annesi ona böyle öğretmemişti. Anne özlemini benzetebildiği tek şey, gidip gözyaşlarını saklayabileceği bir denizinin olmaması...

Genç adam dizlerinin üzerinde eğilip yerde duran küçük karıncayı eline aldı. Babasına hayran bir çocuk olamadığı için kızıyordu kendine. Babasında bulunan ceviz kokusunu kendine yakıştıramadığı için kızıyordu düşüncelerine. O gün, orada öylece dizleri üzerinde, başı ellerinin arasında, kulakları ve gözleri kapalı hiçbir şey yapmadan oturduğu için kızıyordu korkusuna. Kızmanın ufak bir tanımını yapmak gerekseydi eğer, küçük bir çocuğun elinden oyuncağı alınmış gibi ağlamak istiyordu hüngür hüngür, kalbine yaşattığı bunca acıdan ötürü pişmandı.

Genç adam karıncayı çok rahatlıkla görebileceği kadar gözlerinin önüne kaldırdı.'Sen miydin sevdiğimi her gördüğümde kalbime küçük patikalarla yol süren, sen miydin hatırladığım her anı için gözlerime sıcak rüzgarlarla üfleyen, sen miydin bu kadar küçük olup yüreğime korku salan?' Genç adamın ağzından fısıltıyla çıkan sözleri dalların arasından karanlık gökyüzüne ulaştı. Kim bilir belki bulutlara karışır, oradan yağmur olup hiç tanımadığı bir camda süzülüp küçük bir çocuğun kulağına fısıldar.

Küçükken sokak aralarında bulunan bir parkta, koca bir ağacın gövdesine mahrumca yaslanarak oturduğunu gayet net hatırlıyordu genç adam. Yüzünü asarak gözlerini toprağa gömmüş, güneşin yan taraftan gelen ışınlarına kulak kabartıyordu. Güneşte daha çok parlayarak, kahve ve yeşilden renk çalan ela gözleri kendinden daha küçük bir çocuğa takıldı. Küçük bir çocuğun küçük bir çocuğu izlemesi kadar yeşil yapraklı bir meyve yoktur. O küçük çocuğun koşarak ayaklarını taşa vurduğu her ayakkabı sesinde, burnundan sümükler akarak ısırdığı şekerin kıt sesi vardır başka küçük bir çocukta. Ela gözleri küçük çocuğun babasına kaydığında kocaman açılan bir dünya gördü kollarında. Ağzından çıkan 'Gel bakalım babasının bir tanesi' cümlesi aklı eren her küçük çocuğun sevilirken duymak isteyeceği bir haykırıştı. Babasının bir tanesi... Genç adam hiç bir zaman babasının bir tanesi olmamıştı. Genç adam hiç bir zaman babasının haykırışı olmamıştı. Sırf bunun için gözyaşlarını duvarlardan akıtmak istiyordu taşa ve toprağa. Bütün bitkileri gözyaşlarıyla beslemek istiyordu. O bedeni büyümüş küçük bir çocuktu.

Genç adam anılarının ağından kurtularak ayağa kalktı. Saatlerce diz çöktüğü koca ağacın gövdesinde süzülen karıncalara bakıp elindekini de oraya bıraktı. Kocaman ağaçlarla bir sorunu vardı galiba. Ne zaman olsa bir koca ağaç ona çocukluğunun büyük bir bölümü film olarak izletiyordu. Şeytanlarla saklambaç oynamak gibiydi çocukluğu. O saklanınca şeytanlar hemencecik buluveriyordu onu. Fakat şeytanlar o kadar zekiydi ki, bazen onları birkaç günden fazla aradığı oluyordu. Bulduğunda ise şeytanlar aniden ortaya çıkıveriyor ve korkutuyordu genç adamın küçük çocukluğunu. İşte bu yüzden bir daha asla şeytanlarla dost olmamaya karar verdi. Meleklerden bir tanesiyle tanıştı ve hatırladığı kadarıyla bir tanesi onu yarın akşam satranç oynamaya davet etti. Karar verecekti; hangisi daha iyi dosttu?

Merak ettiği, aklını sürekli kurcalama gereği duyduğu bir havaya kalkmış baş parmağı vardı beyninde. Söz hakkı verdiğinde 'Babam şeytan ile mi yoksa melek ile mi dosttu?' sorusu kulaklarında çınlama gereği duyuyordu. Aslında cevabı biliyordu. Babasının bir tanesi olamayan bu genç adam cevabı bir kuşun kanat çırpması kadar iyi biliyordu. Babalar evlatlarını seçemez. Evlatlarda babalarını. Genç adam babasının bir tanesi olmak istiyordu. Tüm çocukluğu boyunca istediği en büyük isteği buydu. Çocuklar istemeye mahkumdur. Genç adamın sabırsızlanarak meraklandığı, babasının bir tanesinin ne olduğu...

'Gel bakalım babasının bir tanesi...'...


KARDEŞİMİN HİKAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin