1. Bölüm

379 12 0
                                    

"Yunan mitolojisine göre insanlar dört kol,dört bacak ve iki yüzlü bir kafa ile yaratılmıştır. Güçlerinden korkan Zeus onları ikiye ayırır ve onları hayatları boyunca diğer yarılarını aramaya mahkum eder. Diğer yarını bulduğunda "aşk" sizi birlikte tutar,birbirinizi tamamlarsınız."
Üzerinde Marilyn Monroe resmi olan siyah renkteki küçük defterime bunu da not ettikten sonra defterimi kapattım. Bu defterde a'dan z'ye her şey,her konu yazılıydı. Yunan mitolojisine aşıktım ve sıkıldıkça internetten bununla ilgili bilgiler bulup bu deftere not ederdim. Bazen de rastgele bulduğum saçma sapan bilgileri yazardım.
Her neyse, kendimi tanıtmalıyım. Ben Selen Atakul. 17 yıldır yaşıyorum,buna yaşamak denirse. İnanılmaz derecede sıkıcı bir hayatım var ve sıkıldıkça klasik ergen triplerine girip; "Çok mutsuzum yeaa intihar edicem." diyerek yüzlerce kez intihara "teşebbüs" etmişliğim vardır. Hani şu filmlerde gözlüklü,çirkin ama gözlüklerini çıkarınca afete dönen kızlar olur ya; işte onlardanım. Tek farkım gözlüğümü çıkarınca afete değil enkaza dönüşmem. Yani sizin anlayacağınız "çirkin" kelimesinin tam anlamıyım.
"Selen,ben çıkıyorum. Sen de okuluna geç kalma.Öpüldün canım."
Bu da anne kelimesinin tam anlamı olan kişi Arzu Atakul,nam-ı diğer anneciğim.
Annemin uyarısıyla saate baktığımda hazırlanma vaktimin geldiğini anladım. Okul formamı üzerime geçirip saçlarımı her zamanki gibi ördüm. Evet,yanlış duymadınız saçlarımı hep örgü modeli kullanırım çünkü bu dalgalı ve boyu omuzlarımda olan saçlara tek çarem buydu. Saçlarımı ördükten sonra montumu da üzerime geçirip çantama Marilyn Monroe defterimi atıp anahtarımı alıp evden çıktım. Babam yıllar önce annemi terk etmiş beni de babasız bırakmayı başarmıştı. Annem ise babamın yaptıklarına rağmen güçlü durmuş ve kendine babamsız yepyeni bir hayat oluşturmuştu. Fakat bir türlü resmi olarak babamdan ayrılamamıştı. Bütün bunlara rağmen herkes kendi hayatını yaşıyordu. Yani anlayacağınız herkes halinden memnundu. Bu düşüncelerle yoluma devam edip bir yandan da telefonumla oyalanırken birinin aniden koluma girmesiyle irkildim. Kafamı çevirdiğimde en yakın arkadaşım yani İlker'i aptal aptal sırıtırken gördüm.

İlker.. Hayatımda tanıyabileceğim en mükemmel insan tanesi. Bana hem dost hem kardeş olan biricik insan. Kafamda bunları düşünüp İlker'in popişini kaldırsam da dışarıya hiç yansıtmayarak sordum;

"Ne o? Yoksa dün açıldığın çocukla aynı cins mi çıktınız?"

"Hah,ne kadar komiksin ufaklık. Seni gördüğüm için mutlu oldum sadece bu."

"Umarım öyledir. Yoksa aldatılmaya hazır değilim." diyerek cevap verdim. Ardından her zamanki saçma sapan muhabbetlerle yola devam ettik. Evet, İlker gay'di. Hem de dünyanın en sevimli gayi! Sırf bu bile kendimi dünyanın en şanslı kızı hissetmem için yeterliydi. Düşünsenize bir erkekle başka bir erkeği çekiştiriyorsunuz. O size sevdiği erkeği anlatıyor,siz ona sevdiğiniz erkeği anlatıyorsunuz. Ne kadar da eğlenceli değil mi? Evet çok eğlenceli,ama uzun zamandır birinden hoşlanmadığım için genelde o bir yerlerden bulduğu erkekleri gösterir iç çeke çeke "Ah,keşke benim olsa!" der dururdu bu yüzden konunun eğlence tarafı bana pek dokunmuyordu. Okuldaki çoğu kişi İlker'i gay olduğu için dışlamıştı. Benim normalde insanlarla aram iyi olmasına rağmen sınıftaki bazı kendini beğenmiş ukalellalar İlkerle takılmaya başladığımdan beri benimle muhabbeti kesmişlerdi. Hah! Çok da lülüş be! O sizin gay dediğiniz çocuk sizden daha adam!!! Ah,neyse sakin olmalıyım çünkü okula gelmiştik. Her zamanki gibi sınıfa girip sınıfın kendini mafya sanan grubunun arasından geçip İlkerle sıramıza oturmuştuk. Bu kekolar her zaman beş kişi takılır,kendilerini okulun sahibi sanarlardı. Beşinden de nefret ediyordum. Gerçi onların da bana bayıldığı söylenemezdi. Her zaman kendi çaplarında İlker ve benimle dalga geçerlerdi. Bizimse tek yaptığımız gülüp geçmekti. Okul yine sıkıcı bir şekilde geçiyordu. Son derse girmeden sınıfta iyi anlaştığım kız tayfasından Ebru yanıma gelip;
"Bugün bizim kızlarla bir şeyler yapacağız,gelmek ister misin?" diye sordu.
Biraz düşünüp teklifi kabul ettim. İlker dışarıda benden başka biriyle pek takılmazdı o yüzden ona teklif etmemişlerdi. Bende sorma gereği duymamıştım. Son ders bitip zil çaldığında hazırlanmak için eve gittim. Okul formamı çıkarıp üstüme kırmızı bir kazak ve siyah dar pantolonumu giydim. Aklıma annemin odasına gidip makyaj malzemelerinden biraz otlanmak geldi. Hayatımda doğru düzgün makyaj yapmazdım. Tek kullandığım şey rimeldi. Ama bugün içimden makyaj yapmak gelmişti. Hafif bir göz kalemi çekip fondöten ve ruj sürdükten sonra aynada kendime şöyle bir baktım. "Hah! Tam bir kezosun bebeğim." diyerek kendime göz kırptım. Ardından saçlarımı dağıttım fakat sonra ne kadar kabardığını görünce örgü modelinden bir üst levele atlayıp at kuyruğu yaptım. Artık hazırdım. Kezoliçe olarak tabii ki. Montumu ve anahtarımı da alıp evden çıkarken anneme whatsapp'tan kısa ve öz bir mesaj attım:
Kızlarla bir şeyler yapacağız,beni merak etme. Öpüldün küçük şey!
Mesajı gönderdikten sonra yoluma devam ettim ve kızlarla buluşacağımız kafeye girdim. Tabii ki tayfa tamamlanmıştı.
"Çok beklettim mi?" diyerek yanlarına gittim ve hepsini tek tek öptüm.
"Hayır bebeğim biz de yeni gelmiştik zaten,bu arada müthiş gözüküyorsun."
"Müthiş bir bok gibi değil mi Buseciğim?" diyerek cevap verdiğimde hepsi birden kahkaha attı. Bu kızları seviyordum. Benimle birlikte dört kişiydik ve İlkerle yakın arkadaş olduğumuzu bilmelerine rağmen beni dışlamamışlar aksine her gittikleri yere çağırmaya devam etmişlerdi. Onlar için bir Cem Yılmaz olamasam da benim de yaptığım güldürücü espriler vardı. Ve onları eğlendirdiğim için beni neşe kaynakları olarak görüyorlardı. Bu yüzden her gittikleri yerde mutlaka bende olurdum. Buse grubun en güzel kızıydı ve ona her baktığımda aynaya bakmaya korkar oluyordum. Bir insan nasıl bu kadar güzel olabilirdi ki? Diğeri Ebru,yani beni davet eden tontiş! Evet kesinlikle tontişti çünkü her gördüğümde o elma yanaklarını sıkmak istiyordum. Hazal ise diğerlerine oranla bana daha uzak yaklaşıyordu fakat onunla da bir derdim yoktu. Yavşaklığı dışında. Bir insan benim önceden hoşlandığım çocuğa nasıl böyle pişkin pişkin bakabilir,anlayamıyordum! Tıpkı şimdi olduğu gibi. Aylar öncesinden hoşlandığım Burak kafeye girmiş,girmesiyle de Hazalın radarlar açılmıştı.
"Hop, Hazalcığım seni Burağın yanına uçurabilirim istersen. Ne dersin?"
"Çok tatlı değil mi sizce de?"
"Aylar önce bana da böyle geliyordu. Sonradan alıştım. Şuan tıpkı bir lağım faresini andırıyor. Ayrıca,Hazal, Burağın aylar önce hoşlandığım çocuk olduğunu bilmene rağmen nasıl bu kadar abaza olabiliyorsun anlamıyorum."
"Abaza olunmayacak gibi mi Allah aşkına burna kurban,küpene kurban be!"
"Allahım yarebbim ya. Kızım bakmasana!"
"Ayy,iyi be yedik sanki çocuğu."
"Biraz daha devam etseydin yemeyi geç çocuğu sikmenden korktum."
"Abartma istersen."
"Hah! Ben mi abartıyorum, o zaman bekle. Bak şurda kim varmışş! Şu senin aylardır götünde bit olduğun Uraz değil mi?"
"Uraz senin olsun Burak benim nasıl fikir?"
"Tövbe tövbe."
Biz bunları konuşurken Ebru ve Buse bizi takmıyor,kendi kendilerine takılıyorlardı. Fakat Hazal'ın yaptığı tam bir piçovskilikti. Ama ben Selensem (ki Selenim) bu kıza bu yaptığını ödetirdim. Hayır,kesinlikle abartmıyorum çünkü bu Hazalın bana yaptığı ilk piçovskilik değil. Ben ne zaman birinden hoşlansam iki gün sonra o da hoşlandığım beye yan gözle bakardı. Ama bu son! Bunun intikamını Uraz'la alacaktım. Çünkü Uraz, Hazal kime bakarsa baksın dönüp dolaşıp tekrar hoşlanacağı kişiydi. Bu yüzden yeni hedefim Uraz'dı. Aslında çok da kötü sayılmazdı ama pek de tipim değildi. Bunları düşünüp bir şeyler içtikten sonra hep beraber kafeden çıkarak ayrıldık. Benimse aklımda tek bir şey vardı:
Hazal'dan alacağım intikam!

SADECE ARKADAŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin