canteen - belgium to bordeaux
yavaşça süzülüyordu zayıf beden kalabalığın arasında. yaptığı nazik dansın melodisi bir kulağından giriyor, diğer kulağından çıkıyordu tüm kıvrımlarını titreterek. yüzüne yerleştirdiği maske diğer zihinler için her ne kadar tehlikeli bir oyundan ibaret olsa da niki için değildi. partnerinin havadaki eline yavaşça temas halindeydi ve bu, çevresindeki birkaç kişiyi deli gibi kıskandırmıştı. ufak gülüşleri yayılıyordu havaya. zevk alıyordu bu zarif danstan. belki birkaç yüzyıl öncesine ait olsaydı, pekâlâ bir fransız prensi olurdu diye düşündü niki. okullarının verdiği bu maskeli balo, esas maskelerin düşmesi için ne büyük fırsattı. genç hanımefendilerin ve beyefendilerin gülüşleri birbirine çarpıyordu aynı bedenleri gibi. ışıltılı bir salonda düzenlendiğinden midir nedir, herkes inanılmaz havaya girmişti. kabarık elbiseleri ile içeriye giren maskeli kızlar bir yelpaze yardımıyla örtüyordu yüzlerinin kalanlarını. herkes bir masaldan fırlamış gibiydi fakat niki için sunoo, bambaşkaydı.
ilk gördüğünde anlamıştı zaten onu pembe saçlarından. saç renginin onu ele verdiğinin farkındaydı ayrıca. hiçbir şeyden çekincesi olmadığından cesurdu her zamanki gibi. büyülü bir kırmızıya sahip olan dudakları her aralandığında herkesi tesiri altına almaktan başka bir şey yapmıyordu resmen. uzun boylu sarışın ise sadece masaların birinde grubun kalanı ile dikiliyor, diğer herkes gibi kendine hayran bırakan görüntüyü izliyordu. gözlerinin çevresini saran siyah&altın renklerine sahip maske herkesinkine bin basardı. ondan daha ihtişamlı ve şaşalı maskeler vardı. ama ondan güzeli yoktu.
"niki, sıradaki dansa sunoo'yu kaldırsana."
hemen niki'nin dibindeki sunghoon idi konuşan. kaşlarını kaldırıp ona bakarken boğazını temizledi.
"sen neden kaldırmıyorsun?" bu, gerçekten merak ettiği bir soruydu. üstelik bu sorunun altında yatan diğer anlamlar da vardı ve sunghoon bunu bilecek kadar zekiydi.
"çünkü benimle ilgilenmiyor, seninle ilgileniyor." bir buz parçası kadar soğuk ve netti cevabı portre misali ona sokulan çocuğun. herkesin taptığı ve sahip olmak istediği bir yüze sahipti. nazikti ve gülümsediği sürece onu buranın gerçek prensi sanabilirdiniz. ona karşı hiçbir zaman şansı olmadığını düşürdü niki. fakat şimdi, dediği şeyle işler değişmişti.
"nasıl yani? ben sizi gayet yakınsınız sanıyordum." niki farkında değilmiş gibi üsteledi sorusunu. dirseklerini masaya yaslayıp onu dikkatlice süzerken buldu kendini. klasik müziğin rahatlatıcı etkisi doluyordu kulaklarına, bu yüzden ona yaklaştı biraz daha. buz prensi önce dudaklarını yaladı ve cevapladı soruyu.
"öyleyiz fakat sunoo beni hiçbir zaman fark etmeyecek. arkadaş olduğumuzu düşünüyor." duyduğu şeyler onu hayrete düşürürken aşırı bir tepki vermemek için mırıldanıp salladı başını niki. kıskanıyordu deli gibi. damarlarında akan kan şu an kaynama derecesine gelmişti saniyeler içerisinde.
işte, dedi. işte, benim gizli hazineme meftun olan bir denizci daha. içi yandı önce, sonra da serinledi kalbi. söylediği sözler ne kıymetliydi, bir bilse.
dansın sonuna gelen çiftler birbirlerine eğilerek selam vermiş, en sonunda da kopmuştular. çok hoş bir keman ezgisi ile sonlanmıştı şarkı, bunun zevkli ile gülümseyen sunoo kırdığı belini düzeltmiş, yavaş adımlarla geriye dönmüştü. arkadaşlarının olduğu masaya ilerlerken niki ve sunghoon onu soluksuz izliyordu. o ise dansın heyecanı ile yanaklarına düşen, onu tazecik bir gonca gibi gösteren pembeliklerle jungwon'a sokulmuştu. alttan alttan gülüp ona el şakaları yaparken ikili belki de bu ihtişamlı balonun en gözdelerinden olabilirdi. kızların alımlı yelpazelerine ya da tütülerine ihtiyaçları yoktu. bir erkeğin takımına ya da cilveli sözlerine de. birer şiir gibilerdi. herkes okuyunca farklı bir anlam çıkarırdı lakin orta yol hep bulunurdu.
ufak bir kokteyl molası verileceği öğrenildiğinde pistten ayrılanlar bu sefer ince şampanya kadehlerine yönelmişti. niki de onlardan biri olmak istedi ve hemen uzaklaştı masasından. sunoo'daydı gözleri bir yandan da. o da yavaşça geniş masaya ilerliyordu. belli ki, o da susuzluk çekiyordu. bunu dindirmek isteyen niki adımlarını hızlandırmış, bir hışımla asılmıştı zayıf bedenin koluna. bunu beklemeyen pembe saçlı, gözlerini büyütmüş, göğsünü de korkuyla şişirmişti.
"bir sonraki şarkıda benimle dans et."
sunoo, aynı yanakları gibi pembeleşen dudaklarını aralamıştı konuşmak için. aslında biraz şaşırmıştı. karşısındaki bedeni nerede görse tanırdı. maskeler, onlar için geçerli değildi. bu yüzden, bir anlığına tereddüt etti cevabına. boğazını temizleyip kemikli parmaklardan çekti kendini.
"daha nazik sor." kolunu silkeleyip ona meydan okurken karşısındaki beden düzeltti kendini. sonra da fırfırlı gömleğinin yakasına geçirdiği yakalığa dokundu görmesi için. sunoo'nun onun için yaptığıydı bu. mavi taşlarla bezeli olan, tam onun aklından çıkabilecek bir kar tanesiydi.
"sıradaki dansı bana lütfeder misin?" aldığı zafer ile gülümseyen sunoo, onu başıyla onaylamış, arkasına bakmadan elinde kadehi ile geri dönmüştü masasına. şimdi yapmaları gereken tek şey, beklemekti. ki, bu ikisinin de birbiri için çok sık yaptığı bir şeydi.
ne zaman piyano ve keman birlik oldu, o zaman ikisi çakıştı dans pistinde. uzun boylu çocuk zarif ele ulaşmak için parmaklarını ona doğru kırmış, belini de bükmüştü. sunoo, her zamanki nazıyla iki etrafına bakıp gülmüş ve nazikçe tutunmuştu niki'ye. kabul edilmenin hazzı ile gülümseyen beden, bakışlarını yerden kaldırmıştı onu görebilmek için. uzun süredir gözlerinin elasını seçemiyordu düzgünce. işte, şimdi tam karşısındaydı. kalabalığın arasına adımlar attılar önce. sonra ortaya doğru kaydılar. niki'nin eli sunoo'nun belindeydi. ne sıkıca tutuyordu, ne de serbest bırakıyordu onu. fakat bedenleri birbirine her seferinde çarpıyor, ahenkle hareketleniyorlardı. bir elleri havada, ritim hızlandıkça ona eşlik ediyorlardı. ne zaman notalar birbirine yaklaşsa uzaklaşıyorlar, fakat yine de beraber oluyorlardı. parlayan göz bebekleri asla ayrılmıyordu. içlerindeki bağlılık hem çevrelerine hem de yüzlerine yansıyordu. ikisi de eskilerden bir esinti hissettiler. ortaokul balosunda beraber dans etmişlerdi. bunu aynı anda hatırlasalar gerek, ikisi de gülüşmüştü utangaç utangaç. maskelerinin arkasında saklanan hisleri başlarının üstündeki eros'un gözünden hiçbir zaman kaçmazdı normalde. ama şu an, emindiler ki, onlardan yayılan yoğun his salonu sarmıştı. mükemmelliğin şarkısını oluşturan bedenleri birlikte hareket ediyor, hiçbir yanlış yapmadan adımlıyorlardı durmaksızın. ufak gülücükleri başlarını döndürürken göğüslerinin orta yerinden yükselen heyecan filizleri sarıyordu vücutlarını. bitmesini asla istemiyorlardı bu büyüleyici müziğin. lakin, iyi olan her şeyin bir sonu vardı. anın etkisiyle ne olduğunu çözemedikleri bir enstrüman ile parça sonlandığında, sanki upuzun bir maratondan çıkmışcasına atıyordu yürekleri. kabaran göğüsleri birbirine dokunurken pistten uzaklaşmaları gerektiklerinin farkındaydılar ama henüz bu çarpıcı düşten uyanamamışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
preserved roses, sunki
Fanfictionpembe saçlı genç, niki'nin her bir zerresini ezbere biliyordu ve bundan oldukça pişmandı. peşlerini bırakmayan sanrılar ve alıntılar, ilişkilerinin en önemli parçasıydı. [ tamamlandı, texting, düzyazı + sunki ] 241121