çok uğraştım inan

416 51 39
                                    

aurora view - honey oil

niki.

göz gözü görmüyordu, attığım adımlar birbirine karışıyor ve kalabalığın telaşına ortak oluyordu. şiddetini gittikçe arttıran yağmur sayesinde nefes almak en az yürümek kadar zordu. açıkta kalan tenimin ağır ve sert damlacıklarla acıdığını hissediyordum. kasım ayının ortasındaydık ve bu soğukta dışarıda olma çabam sadece sunoo'nun müziğini dinlemek içindi. üstümdeki deri ceket sayesinde üst vücudum pek ıslanmasa da ayaklarımdan kasıklarıma kadar her yerim sırılsıklamdı. saat de epey geç olduğundan, bu yağmurun durmasına pek imkân veremiyordum. su birikintilerini sıçratarak vardığım mekan, ışıl ışıl parlıyordu. girişteki adamlar beni süzüp iç çekerken başımı eğdim ve sessizce adımı söyledim. ezberlemişlerdi artık. neredeyse her gece gelip umutsuzca sevdiğimi beklediğim bu kapı bana aşina olmasa garip kaçardı esasında. formalite gereği kontrol edilen adım sonrasında benim için ardına kadar açılan kapıdan içeriye adımladım. dar koridorda ilerledikçe asıl alana yaklaşıyor fakat tüm ahlak değerlerine de sırtınızı çeviriyordunuz. yılların getirdiği tecrübe sayesinde çok rahat bir biçimde ot kokusunu sigara kokusundan ayırt edebiliyordum ve buraya olan nefretim birkaç kat daha yükseliyordu. her ne kadar sunoo'nun bunlara yaklaşmayacağını bilsem de hoşuma gitmiyordu.

tehlikede olma düşüncesi, beni deli ediyordu. içimdeki bu zehirli kıskançlık ve koruma içgüdüsü o ne zaman saçlarını savursa ortaya çıkıyordu.

üstümden damlayan sularla kaplı ceketi çıkartıp koluma asarken ışıklara kapılmadan sahnenin yakınlarına ulaşmaya çalışıyordum fakat bugünün kalabalığının şakası yoktu. herkes mi günah çıkarmaya gelmişti? alt dudağımı dişleyip iç çektim ve ıslak saçlarımı geriye taradım. ister istemez her an bir panik içerisindeydim. belki de annesi ve babasının hiç hissetmediği kadar onu korumak istiyordum. evet, hastalıklıydı fakat o yanımda olmadan da bunu aşabileceğimi hiç düşünmüyordum.

oradan oraya zıplayan ve arada bana çarpan, sürtünen insanlar müzik kesilmeye yakın sakinleşince saatin geldiğini anlamıştım. kolumdaki analog saate bakarak bunu kendimce doğrularken nefesim kesilmişti. yine oluyordu. büyük bir tutkuyla bağlı olduğum bedeni tek görebildiğim yer, bu ışıkların altıydı. bu yüzden gözlerimi bir an olsun ayırmadım. platformda yer alan baterinin pembesi onun kişiliğini herkese yansıtıyordu kanımca. yüksek alkışlar eşliğinde sahneye çıkan üyelerde gezindi gözlerim. hepsi artık beni tanıyordu ve eminim ki muzip kişilikleri sayesinde gerekli sarkastik şakaları sunoo'ya yapıyorlardı. onun gruptaki pozisyonunu tahmin etmem hiç zor olmamıştı benim açımdan. diğerlerinden gecikmeli olarak çıktığında elindeki bagetlerin titrediğine şahit olmuştum birkaç saniyeliğine. yüzündeki tedirgin ifade ile gözleri kalabalıkta gezindiğinde neyi aradığını bilmiyordum ve ne olduğunu bilmemek beni delirtiyordu.

titrek hareleri en nihayetinde bende durduğunda dudaklarını birbirine bastırışını ve biraz da olsa rahatlayışını anlamamla kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. sorun neydi de bunun çözümü olarak beni görmüştü? sunoo'ydu bu. benden sonuna kadar nefret ettiğini iddia eden ta kendisiydi. ama emindim ki, bu sahnenin sonunda ikimizin de hayatında yeni şeyler olacaktı. nefesimi tuttum ve sadece onu seyrettim. normalden daha gevşek tuttuğu bagetleri ritimleri kaçırıyor, grup arkadaşlarından endişeli bakışlar yiyordu. bu mekandaki ayık birkaç kişiden biri olduğumdan, sadece ben fark etmiştim sanırsam bu detayları. herkes çoktan müziğin ağırlığında kaybolmuş ve kendi eğlencelerine bakmaya başlamıştı. arkada onlara eşlik eden ufak bir gürültü olsa dahi yeterliydi kısacası.

preserved roses, sunkiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin