seni anlamak istedim

352 50 2
                                    

niki.

kalabalığın arasında, en arkadaki kısımda dikiliyordum. bedenim çalan müziğe eşlik edemeyecek kadar gergindi. yüksek sesli vuruşlar yıllardır üstünde çalıştığım bu sanatı bir işkence haline getiriyordu ve dizlerimin titrediğini hissediyordum. dik tutmam gereken omuzlarım her bir saniye düşüyor, zayıflıyordu. gözlerim endişeli endişeli birbirine çarparak sahnedeki vokaliste eşlik eden insanlarda geziniyordu. kimin için geldiğim açıktı ve o kadar erken adım atmıştım ki buraya, nefes alınacak yer kalmayana dek her bir yerin dolmasını uzaktan uzaktan seyretmiştim. o lanet şehirden dönüşünün kaçıncı gecesiydi bu? bilmiyordum. benim kollarımda olmadığı sürece pek bir önemi de yoktu. gittiği üniversitenin kanalında tesadüfen onu görmem sonucunda tekrardan yeşeren umutlarım, mezun olup buraya geri dönmesi ile yeniden çürümüştü. ciğerlerimde hâlâ içtiğim otların etkisi varmışcasına bir sıkışıklık vardı. bu kalabalık ortamdan bir an önce çıkmak, kaçmak istesem de yüzünü görmeden gitmek istemiyordum.

annesinden öğrenmiştim burada sahneye çıkacağını. biliyordum, eğer ona sorsaydım söylemezdi bana asla ne yaptığını. saat gece yarısını geçse de şu an sahnede bulunan grubun yerinden uzaklaşacağı yoktu, oysa broşürde sunoo'nun grubunun tam olarak şu an çıkması gerektiği yazıyordu. ve emindim ki, bu kalabalığın yarıdan fazlası onlar için buradaydı. çok popüler olduklarını, baterist eksiklerini doldurmak için paylaştıkları ilana yüzlerce talebin gelmesinden anlayabilirdik. sunoo'nun o boşluğu doldurması ise, beni pek şaşırtmamıştı. yetenekliydi, şüphesiz. üstelik onu sevmemeleri imkansızdı. çünkü size gülümsediği vakit, onun etki çemberi altındasınız demektir.

alkışlar coştuğu zaman, saatlerdir sahnede olan grubun yerini beklediğim kişilerin aldığını anlamam bir olmuştu. bakışlarım, ayakkabılarımdan yüksek platforma çıktığında nefesimin kesildiğini hissettim. oradaydı işte. kalan grup üyeleri onu tam olarak ortasına almış, kalabalığa tanıtıyordu. utanmıştı. kızaran yanaklarını buradan bile görürken ben hariç bir sürü kişinin güzelliğini görebilmesini deli gibi kıskandım. içimi nedenini kestiremediğim bir öfke kapladı. kaşındaki piercingi de yenice görüyordum ayrıca. yurt dışına açılmanın ona yaradığı doğruydu gerçekten. olgunlaşan yüzü, en son hatırladığım kişiliğine epey ters kalıyordu. eskiden pamuk şekeri gibi saçları vardı. ona hep dokunmak isterdim. gerçi, şimdi de öyleydi.

sahnede herkes yerini aldığında, ulaşamadığım sevgilimin bagetlerini birbirine vuruşunu izledim büyük bir heyecanla. ardından zaten koca bir gürültü kopmuş, şarkıya ritim tutmaya başlamışlardı. melodiye giriş yapan kadifemsi sesi destekleyen back vokal olan gitaristler delicesine kan akıtan bir hevesle penalarını savuruyor, şovmenlik yapıyorlardı adeta. onların neden sevildiğini çok daha iyi anlıyordum böylece. kalitelilerdi. sevgilim ise onların ünleri arasında sivrilecek meleğimsi bir yüz idi. kendisinin boyadığına emin olduğum çubukları davullara, zillere geçiriyor ve çok iyi bildiği hisse kendini kaptırıyordu. sağa sola doğru savrulan saç tutamlarından yayılan kokuyu tahmin etmem çok mu zordu? dokunmak istiyordum ona. sarılmak ve bir daha hiç bırakmamak istiyordum. damarlarımda akan edepsiz istekleri susturmaya çalışırken şarkıya eklenen ton ile ben de dahil mekandaki herkesin tüyleri diken diken olmuştu eminim ki. oydu bu. aldığı eğitim sonucu mu böyle özgüvenliydi? önceden bana bile söylemeye çekinirdi. ona en sevdiğimiz şarkıyı dahi zar zor söylettiğimi hatırlıyordum hatta. şimdi ise yüzlerce insanın karşısında, hiç çekinmeden duyuruyordu sesini. onun yegâne güzelliğine karşın tek büyülenen de ben olamazdım o zaman. beni çepeçevre saran kıskançlık hissi kendini yine belli ettiğinde tırnaklarımı geçirdim kendime. bu hissi terbiye edebilmek için ne kadar uğramıştım... lakin sadece sesini duymamla işler yolundan çıkmıştı. lanetler okuyarak insanları yarmaya başladım. öne geçmeliydim. öne geçmeli ki, onu daha yakından seyredebileyim. yaşadığı şeylerin yüzüne bıraktığı etkiyi görmeyi diliyordum fütursuzca. kendimde bu hakkı görmüyordum ama ona bakmadığım her saniye yanıyordum ben. durmalıydı bu artık. içimdeki ateş onun şifalı öpücükleri ile sönmeli, dinmeliydi.

dudaklarımı ıslatıp en öne geldiğimde duraksadım. o kadar odaklanmıştı ki, kafasını kaldırıp etrafa bakmaya tenezzül etmiyordu bile. ne zaman şarkı bitti, teşekkürlerini iletmek ve tepkileri toplamak için kaldırdı başını. işte o zaman göz göze geldik. hafif gülümseyen yüzü solmuştu. gözlerini kaçırıp mekanı turladı saniyelik olarak. ondan hemen sonra da davullarına geri döndü. beni gördüğüne hiç mutlu olmamıştı. böyle olacağını tahmin etmiştim fakat en azından parlayan harelerini görebilmek istemiştim. yoktu. eskiden parıl parıl parlayan gözleri sönmüştü.


preserved roses, sunkiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin