Cuma günüydü, Kasım ayının 22'siydi ve Wooyoung kendini hala uyuyan San'ın kollarından nazik bir şekilde kurtardı, hareketsiz Jackson'ın üzerinden atladı ve merdivenlerden aceleyle indi. Bir an önce olup bitsin istiyordu, San uyandığında güzel haberlerle dönmüş olmayı ve yüzündeki tüm endişeyi öpücükleriyle silmeyi umuyordu. Büyük bir kararlılıkla sessiz evin içinde yürüyüp askılığa yöneldi ve siyah kabanıyla sıcacık sardı kendini.
Hongjoong kollarını bağlamış, Wooyoung'un büyükanne ve büyükbabasının odasının açık kapısında karanlık bir şekilde her şeyden bihaber olan adamı izliyordu. Mingi'nin geçenki gibi ona eşlik etmesi ve ikisinin bu konu hakkında tekrar konuşması taraftarıydı ancak acelesinin sebebini onu durdurup nutuk çekmeyecek kadar iyi anlayabiliyordu.
Wooyoung arkasından kapıyı yavaşça çekip kapatırken anahtarlarını cebine attı. Sabah havası serindi, sis hala gölün üzeri boyunca uzanıyor, rüzgar çıplak huş ağaçlarının ince gövdelerinin arasından gizemli bir şekilde fısıldıyordu. Wooyoung yürümeye başlarken yüzünü kabanının yakasına gömdü.
Yongguk'un evi her zaman olduğu gibi sessizlik içindeydi, gölün diğer tarafında dokunulmamış ve huzurluydu, ancak orada neler yaşandığını bilmek atmosferi düşmancıl, tamamen kasvetli ve ölümcül bir görünüşe bürüyordu.
Wooyoung işini çabucak bitirecekti. İçeri gir, ipuçları ara – belki bir günlük gibi bir şey, dışarı çık ve eve dön. Bu akşam güzel bir şeyler pişirmek, Jackson ve diğerleriyle daha fazla vakit geçirmek istiyordu. Belki de varlıklarını Jackson'a açıklamanın anlamlı bir yolunu bile bulabilirdi.
İçindeki kaygı midesini altüst ediyordu, bu yüzden Wooyoung yumuşak bir melodi mırıldanarak moralini yüksek tuttu, sadece Yongguk'un evinin önünde karanlık bir figürü fark ettiğinde kaldırdı bakışlarını.
Adam, ormanın içinden anayola çıkan yolun kenarında dikiliyordu. Kafası karışmış bir şekilde başını kaldırıp evin yan cephesine baktı. Wooyoung adamın yüz hatlarını inceledi, dolgun yanakları ve dudakları, koyu renk gözleri ve siyah saçları ile keskin kenarlı bir yüz – Wooyoung'un tanıdığı birisi değildi.
Wooyoung işitme mesafesine girdiğinde adam ona döndü ve biraz çarpık bir gülümseme sundu.
"Soğuk bir gün, öyle değil mi bayım?"
Pekala, Yongguk'un bir akrabası falan da değildi muhtemelen. Beki de sadece meraklı bir yabancı?
Herneyse, Wooyoung bir süredir Yongguk'un ailesinin neden hala ortaya çıkmadığını merak ediyordu. Normalde tüm bu yaşananlardan sonra büyük ihtimalle onu ziyaret ederlerdi.
"Bir nevi. Bu kadar erken saatte, böyle kuytu bir yerde ne işiniz var?" Wooyoung diğer adamın kendisiyle bir konuşma başlattığını hatırladı, adamın yanına geldiğinde durdu ve o da eve baktı.
"Temiz havanın tadını çıkarıyorum." Göle doğru başını salladı. "Siz o tarafta yaşıyorsunuz, değil mi? Bu trajik felaketi duyduğunuzu sanıyorum, hm?"
Tuhaftı.
Wooyoung'un 20li yaşlarında olduğu açıktı, önündeki bu adam ondan çok da büyük olamazdı. Bu yaştaki insanlarla samimi olmak olağan değil miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Monster Under The Bed | woosan
FanfictionKüçükken hepimiz yatağın altındaki canavardan korkmaz mıydık? Wooyoung da diğer herkes gibi korkuyordu. Ama çocuksu endişeler, sahte hayaller ve sevimli korkular olması gereken şeyler, onun için beklediğinden çok daha gerçekti. - -childhood fears!AT...