Çiçek bahçeleri.... Annesi kadar güzel görünen. Ve aynı onun kadar güzel kokan çiçeklerin göz okşadığı çiçek bahçeleri...
Çiçek bahçelerini, çiçekleri sever misiniz? Genç ve bir tanrı kadar güzel görünen prens çiçeklere en az sanata olan sevgisi kadar sevgi besliyordu. Sanki tabiatın bu güzel şaheserlerinin dilini anlar gibi. Onlarla konuşup huzuru bulmuş gibi.
Her sabah bu büyük bahçenin ziyaretine gelirdi genç prens Taehyung. İsminin anlamı dileklerin gerçek olacağını söylüyordu. Ama prens buna inanmıyordu. Dilek dilemiyordu hiç bir zaman. Dileyi gerçekleşmeyecek gerçekleşse bile ona acı verecekti sanki. Korkuyordu dilek dilemekten.
...
O zarafet ve asaletin vücut bulmuş hali miydi yoksa gerçekten de bir tanrı mıydı? Onu gören gözlere sanki bir ışık gibi görünüyordu onun güzelliği. Anlatılsa bitirilemezdi. Çok göze görünmezdi lakin onu şans eseri görebilen her kadını kendine aşık etmeyi başaran bir cazibeye sahipti. Ama maalesef onun bu güzelliği sadece çiçeklerin manzarasıydı.
Annesinin yadigarıydı bu çiçek bahçeleri. Küçükken hep buraya gelirlerdi. Annesi çiçeklerini sular düzenler küçük Taehyung ise aklınca annesini çiçeklerden kıskanır komiklikler yapardı. Annesi çok gülerdi onun hareketlerine. O gülünce sanki güneş ayrı bir parlıyordu küçük çocuk için.
Sosyal biri olsaydı aslında büyük ihtimal çok büyük bir arkadaş çevresi olurdu. Çünkü prens gerçekten çok cana yakın bir karaktere sahipti. Ama bu uzaklık zehirli bir sarmaşık gibi sarmıştı onu. Dünyadan uzaklaşmak onun için güzel bir şey değildi. Bile isteğe seçmemişti bunu. Ama ne kadar karşı durmaya çalışsa da böyle bir şekilde mutlu olmasa da mutsuz da değildi. Huzurluydu.
...
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kuşlar da saf bir şarkı söyler gibi ötmeye başlamıştı. Prens Taehyung artık uyanıktı ve güzel bir yaz günü manzarasına sesleriyle eşlik eden kuşları izliyordu. Dalmıştı. Çok ama çok uzaklara dalmıştı. Ama hüzünlü değil huzur ve neşe doluydu bu gün. Bir kuş kadar hafif ve özgür hissediyordu.
...
Kapı tıklama sesi ile irkilmiş ve anında kapıya taraf dönmüştü. "Hoseok hyung kapıyı çalmana gerek yok." Bu cümleyi kaçıncı tekrarlayışımdı acaba. Her defasında bunun için özür diliyordu. Ama yine de bu alışkanlığını bir kenara bırakamamıştı. Kendini öncekiler gibi hizmetçi,yaver sanıyordu. Ama o farklıydı. Bir buçuk yıl oluyordu buraya geleli. İlk başta onun da diğerleri gibi sadece çalışıp para kazanmak ve benim yaptıklarımı krala iletmek için geldiğini düşünmüştüm. Ama sonradan onun farklı olduğunu gördüm. Bir yıldır arkadaşlık ediyordu bana. En azından öyle olmalıydı. Burada sevdiğim sayılı kişilerdendi.
"Biliyorum genç prens. Ama kapıyı çalmama gıcık olduğunuzu da biliyorum. Hep aynı şeyi söylüyorsunuz ve yüz ifadeniz gerçekten komik. Bana hyung diye seslenirken yüzünüzdeki taşları eritmenizi tercih ederdim."dedi. Açıkçası haklıydı. Normalde takındığım ifade komikti.
"Ahhh başım üzerine sevgili hyungum bundan böyle sizi görür görmez sizin güzel bir kız gördüğünüzde güldüğünüz gibi sırıtacağım." Onunla kendim gibi davranıyordum. Bu hoştu. "Eee, söyle bakalım neden buradasın. Sabah sabah beni özlemiş olamazsın değil mi?" Şaka ile karışık sorduğum soruya cevap beklerken elinde gördüğüm küçük paket dikkatimi çekti.
"Nasıl söylesem daha iyi olur acaba. Bir prenses sizinle tanışmak istiyor. Size bu lokumları göndermiş. Redd edecekseniz bari lokumları geri göndermeyin." Söylediği şeyler artık bir rutindi sanki. Hediyeleri hep geri gönderirdim. Ama Hoseok hyung bu lokumları cidden severdi. Ben sevmediğim için köşkte pek bulunmazdı. Kendisi de pek dışarı çıkmadığı için alamazdı. "Redd ettiğimi söyle. Lokumları sen alabilirsin. Bak senin yüzünden başıma iş alacağım. Kız hediyesini kabul ettiğimi düşünecek."
Şaka sanmış olmalıydı ki gülüyordu. Ama ciddi ciddi prenses öyle düşünseydi hiç iyi olmazdı. "Ben halledeceğim."dedi ve dediği gibi arkasına bile bakmadan koşup gitti. "Sen hazırlanıp çıksan karşısına belki şıp diye aşık olur sana. Eee yakışıklı çocuksun hyung."diye bağırdım adeta ardından. "Dalga geçme be."değip koşarak gitti.
Nasıl halledeceği hakkında tek bir fikrim bile yoktu. Ama hallederdi işte. Çok ta umursamadım. Mesele o olunca endişelenmiyordum bir şekilde işin içinden çıkabiliyordu. Şaka ve komiklikleri kadar zekası da iyiydi. Cidden o yeri doldurulamaz biriydi. Her şeyi ile.
...
Kahvaltımı yaptım. Serin bir duş aldım. Kurulandım ve üzerimi değiştim. Giyim tarzımı çok seviyorum. Kendimde iyi bulduğum tek şey aslında. Kahve rengi ve bej tonları yaz kış vazgeçilmez bir parçaydı benim için.
Hava da ruh halim gibi değişkendi bu gün. Yaz yeni başlamıştı ve hafif sıcak kendini belli ediyordu. Ama yine de kışın boğulmaya yüz tutmuş serin nefesi de sanki yaza "ben hala burdayım" der gibiydi.
Tam koyu yeşil olmayan ama çok açık renkten de uzak bir tonda olan kazağımı üzerime geçirdim. Bol kalıp kahverengi pantolonum üzerimdekiyle garip bir şekilde uyum içerisindeydi. Elime yeni bir bitki ulaşmıştı. Bu gun onu bahçemde edecektim.
Hazır olup bahçeme indim. Bahçem çok büyüktü. Benim özel olarak yaptırdığım kısım ise bahçenin en sonundaydı. Hep tüm bahçeyi dolaştıktan sonra oraya varır ve zamanımı geçirdim. Yine bahçede dolaşmaya başladım. Özel bahçeme yaklaşmıştım ki içeride birinin olduğunu.fark ettim. İçeriden güzel bir ses geliyordu. Genç bir erkek şarkı söylüyordu....
-------------------
Merhabalar mandalinalar 🍊
Nasılsınız?
Bu gün yazmaya başlayalı 1 hafta falan oldu sanırım.
Hala yayınlamadım. Sanırım hazır olunca yapacağm.
Taehyunga çok fazla acı yüklediğimi fark ettim. Bu yüzden böyle bir Hoseok Taehyung sahnesiyle ortamı neşelendirmeye çalıştım. Sizi bilmem ama hobi beni en çok neşelendiren kişi.
Buraya da böyle yansıtmak istedim.
Çok yazamıyorum sınavlarım var
Ve dizilerim. Ama yayınlayacak olursam büyük ihtimal bittiğinde olacak ve bu şekilde bekletmeden bölüm atabilirim.
Hala daha bu fic sevilirmi
emin değilim ama devam ediyorum
Neyse çok ve boş konuştum
Hadi bye~ayal