Giriş

252 26 32
                                    

26.12.2021

"Asaf, yapma! Bırak çocuğumu!"

Annemin kilitli kapının ardındaki bağırışlarını babanın sırtıma geçirdiği kemer yüzünden duyamadım bile. Kulağıma gelen tek ses, kemerin çarpmadan önceki havada çıkardığı ıslık sesiydi. Sanırım 5 olmuştu bu. Genelde on beş olmadan biterdi cezam, ama bu sefer normalden daha da sinirliydi. Kemerin tokası öyle sert çarpıyordu ki çıplak tenime, içimden 'alıştın artık, bir şey olmaz.' diye tekrar ettiğim teselli sözcükleri tüm manasını yitirmiş, "Ahh." diye inlemiştim.

Ağzımdan çıkan yüksek iniltiyle daha da sinirlendiğini anlamak için müneccim olmaya gerek yoktu. Böyle zamanlarda çıtımın bile çıkmasına katlanamazdı, ama böyle bir şey mümkün müydü? Bir insan on yaşındaki bir çocuğu böylesine acımasız bir yöntemle cezalandırırken ses çıkarmamasını nasıl bekleyebilirdi ki? Söz konusu babaysa, beklerdi.

Arkamdan verdiğini duyduğum derin bir nefesin ardından deri kemeri daha da sıktı. "Gerçekten de haberimin olmayacağını mı düşündün? Sana ne demiştim ben Rüzgar?" diye sormasıyla kemerin tokasının omzuma girmesi bir oldu. O an tek dileğim etime giren tokayı çekmemesiydi ama yine acımadan tek seferde çekti. Ne yüzümden boşanan yaşlar ne de sesimi çıkarmamak için sıktığım dişlerimi umursamadan sorusunun cevabını bekliyordu. "Ne dedim sana ben?!!" Bu sefer sesi oldukça gür çıkmıştı.

Yığılmamak için destek olarak yere bastırdığım ellerimden birini ağzıma götürüp derin bir nefes verdim. "O-okulu... aksatmak..." cümleyi toparlamak bile ıstırap gibiydi adeta. "y-yasak demiştin."

Güç bela konuşmuştum ama onun için yeterli değildi bu, biliyordum. Çalışma odasının dışından gelen ve anneme ait olduğunu bildiğim bağırışlara kulak veremeden iki darbeye daha katlandım. Sanki vurdukça öfkeleniyor, öfkelendikçe daha da vuruyor gibiydi. Bu odaya her ayak basışımda bu kısır döngünün içinde buluyordum kendimi. Bazen yorulup gitmeme izin verdiği olsa da, genelde ben bunu göremeden bilincimi yitirmiş oluyordum.

Ağzından çıkan alaylı kahkahayla cevabımın onu tatmin etmediği anlaşılıyordu. Zaten ne bekliyordum ki? Mehmet asalım okulu dediği an günün böyle sonuçlanacağını biliyordum ama hayatımda ilk kez annem dışında biri beni gülümsetmek için uğraşırken teklifini nasıl reddedebilirdim ki?

Benden üç yaş büyüktü Mehmet. Annelerimiz yakın arkadaş olduğu için sık sık gelirlerdi bize ve abimle takılırlardı ama babamın gözüne çarpmamak için kapandığım odamdan pek çıkmadığımdan birbirimizi doğru düzgün tanıma şansımız olmamıştı. Sonrasında, evde verilen kalabalık bir davette sindiğim duvar köşesine gelmiş ve dışarıdan kibirli bir ilk izlenim yarattığını çok iyi bildiğim ifadesiz suratıma bakıp, "Neden hiç konuşmuyorsun sen?" diye sormuştu.

İlk başta ne dediğini anlayamamıştım. Daha doğrusu benimle konuşma ihtimali aklıma gelmediğinden boş boş siyaha çalan koyu kahve gözlerine bakmıştım. Herkesin etrafında pervane olduğu abim varken beni görmesi imkansızdı. Ama görmüştü işte, hayatımda ilk defa birisinin ilgisini çekmiştim.

O gece, davetliler ayrılana dek yanıma oturup kimseyi umursamadan benimle ilgilenmişti. İlk başta bi afallasam da onun rahat tavırlarıyla ben de çekingenliğimi kısa sürede atmıştım üzerimden. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuşçasına bir sürü şey anlatmıştım ona ve o da gülümseyerek beni dinlediğini belli edip karşılık vermişti.

Belki de kimsenin ilgilenmediği bu küçük çocuğa acıyıp gelmişti ama Mehmet gittikten sonra yatağıma girdiğimde, hayatımın en huzurlu uykusuna yattığımı çok iyi hatırlıyorum.

Hal böyleyken, sabah biraz eğlenmem için okulu asmayı önerdiğinde nasıl hayır diyebilirdim ki? Zaten onunla günüm o kadar güzel geçmişti ki, babamın kemerinin altında ezilirken dahi verdiğim karardan zerre kadar pişmanlık duymuyordum.

"Sence kaçmak, aksatmak demek mi?"

Heybetli sesiyle bir kere daha irkildim. Doğru, aksatmamıştım kaçmıştım okuldan ve her şey bir yana, ilk defa sözünün dışına çıkmıştım. Asıl öfkelendiği nokta da buydu. Yılanın başını küçükken ezmek gerekirdi ve o da aynen böyle yapıyordu.

Geriye doğru iki adım attığını duyunca acaba bitti mi diye ifadesini kontrol etmek için başımı çevirmemle kemer tokasının yüzümün sağ tarafına çarpması bir oldu. Gerçekten de o ana kadarki hiçbir dayağı bu kadar yakmamıştı canımı. Üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala canlılığını korur o acı hissi. Şimdi geriye dönüp baktığımda, neden suratımda bir yara izi bıraktığını daha iyi anlıyorum. Canımı yakmak için değil, üzerimdeki hakimiyetini asla unutmayayım diye oluşmuştu bu yara.

O akşam birkaç kere daha vurduktan sonra dayanamayacağımı anlamış olacak ki kapının kilidini açıp annemin yerde yatan beni almasına izin vermişti. Hatırladığım son şey de annemin ağlayan suratı olmuştu zaten.

_______

Yazan: Freyja~

SUSKUNLUĞUN BEDELİ (BxB)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin