Hepimizin bildiği bestelenmiş bence mutlaka bir yerlerde de duyduğumuz bir şiiri yazacağım bugün. SESSİZ GEMİ. Şimdi söyleyeceğim şeyi ben ilk duyduğumda biraz üzülmüştüm ama size de söylemem gerek. Bu şiir düşünüldüğü gibi ölüm üzerine yazılmış bir şiir değil. Şiir İstanbul'un o dönem için en güzel kadınlarından CELİLE HANIM'a yazılmış bir şiir. Buradan sonra şiir hikayelerini sevmeyenler sıkılabilir ama benim için en eğlenceli kısım başlıyor :)
Tarih vermek istemiyorum ama 1912 yıllarında Yahya Kemal, padişah baskılarından kurtulmak için gittiği o dönem şairlerinin bir nevi 2. evi olan Paris'ten "Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer" dediği İstanbul'a geri dönüyor. Bu arada beyefendinin gerçek ismi de Ahmet Agâh.
Aynı dönemde de İstanbul da Fransızcayı ana dili gibi konuşan, piyano çalan, natürmort resimler yapan dünyalar güzeli, sanatçı, Celile isminde bir afet yaşıyor. Gelin görün ki bu hanım evli. O sıralar 15 yaşında olan oğlu Nazım, annesi ve babası şiddetli geçimsizlik yaşarken kendi kendine şiirler karalıyor. Sanatla bu kadar iç içe olan bir annenin oğlundan da başka türlüsü bence beklenemezdi bence. Yine de Celile Hanım bile Bahriye Mektebi'nde okuyan başarılı oğlunun şiire, edebiyata ilgisi ve yeteneğini farketse de sonraları "Mavi Gözlü Dev" diye anılacağını bilmiyordur. Bu ilgiyi daha da ileriye götürebilmek için Celile Hanım, Nazım Hikmet'in okulundan hocası olan Yahya Kemal'e bir not gönderiyor ve tutku, aşk ve kıskançlık dolu aşk başlamak için ilk adımını atıyor.
Yahya Kemal hafta sonları Nazım Hikmet'e şiir dersleri verirken Celile Hanım'la da yakınlaşıyor. Derslerden arta kalan zamanlarda Celile Hanım'la sanat ve edebiyatla başlayan uzun sohbetler edince onun bilgisi ve sanat hayranlığı karşısında bence Celile Hanım'ın büyüsüne kapılıyor. Kısa süre sonra milletin ağzı torba olamadığı ve büzülemediği için dedikodular peşlerinden geliyor tabii.
Bir süre sonra bu ilişkinin kokusu Nazım Hikmet'in ve Necip Fazıl'ın öğrencisi olduğu Bahriye Mektebinde de duyuluyor. Dedikoduların ayyuka çıkması üzerine Yahya Kemal bir süre okula gelmiyor fakat bir gün mecburen geri döndüğünde karşısına Nazım Hikmet'in arkadaşı Yahya Kemal'in öğrencisi Necip Fazıl çıkıyor. Garip gelmiyor mu? İki edebiyat adamı ve aslında daha nicesi aynı okulda okumuşlar. O dönem İstanbul ne kadar edebiyat doluymuş.
Kendi düşüncelerimi geçersek Necip Fazıl, hocası olan Yahya Kemal'e şöyle diyor:
"Hocam, kibrit suyu içerek intihara kalkıştığınızı duyduk... Sınıfın bu durumdan duyduğu derin üzüntüyü size söylemek isterim..." Hocasına yönelik bu alaycı, ironik, dalga geçen tutum bir Deniz Harp Okulu öğrencisi için kabul edilmez bir davranış olduğundan Necip Fazıl "Bu aşk ilişkisini alaycı bir şekilde ima eden" sözleri nedeniyle "Kodes" adı verilen tahta dolabın içinde cezaya gönderiliyor.
Nazım Hikmet tabii ki bu olayın farkına varıyor ve yine ders için geldiği bir gün hocası Yahya Kemal'in pardösüsünün cebine bir not bırakıyor.
"Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz..."
Bu not üzerine ünlü şair, rahatsız olup belki biraz da tedirginlikten bir süre Celile Hanım'ın evine gelmiyor. Celile Hanım ise Yahya Kemal yüzünden veya değil zaten pek anlaşamadığı kocasından boşanıp, aslında bütün İstanbul'un kulaktan kulağa konuştuğu aşka "evet" diyor. Artık tamamen Yahya Kemal ile birlikte olmak ve evlenmek istediğini dolaylı yoldan belli ediyor kadın.
Yahya Kemal ise bir taraftan kadını deliler gibi kıskanıyor, diğer yandan bu evliliğe yanaşmıyor. Ama öyle bir kıskanıyor ki içiniz gider. Yahya Kemal'in dilinden anılarındaki bir yazıyı direk olarak yazıyorum size. Bence bu aşk itirafıdır ve inanılmaz.