İki yıl önce, Seokjin'den
At arabasında oturmuş gerginlikle birbirimize bakıyorduk. Bana kalsa anında atlar saraya doğru yola çıkardım ama Hoseok ve Yoongi zor da olsa tutmuştu beni. Şimdi son hızla saraya, Seo Yeon'a gidiyorduk.
Onun için oldukça endişeliydim, kılına dahi zarar gelse dünyayı yakacağım insanı koruyamamak canımı daha da sıkıyordu. Beraber yaptığımız gelecek planları sırf yaşlı bir adam yüzünden bozuluyordu.
"Yaklaştık." Yoongi'nin elini omzumda hissedince dudaklarımı ısırdım. Gerekirse canımı hiçe sayar Seo Yeon'u da alıp kaçardım buradan. Etraftan gelen gürültülerle gözlerimi kapadım.
"Düğün sona ermiş." Kafamı hırsla Yoongi'ye çevirdim ve kaşlarımı çattım. Seo Yeon ve o adam çoktan gitmiş miydi yani? Tırnaklarımı bacaklarıma geçirdim ve yüreğimdeki acıyı unutturacak kadar sıktım kendimi.
İçim içimi yiyordu. Araba durunca kapıya bir görevli yaklaştı ve önümüzde eğildi. Yoongi en önden çıktı.
"Ablam nerede?" Görevli kafasını kaldırdı ve sarayın bir camını gösterdi.
"Gerdek-" Elim kalbime gitti. Umurumda olan benden başkasıyla olması değildi şu an, rızası dışında bir ilişkiye girmek zorunda kalmıştı.
Sevdiğim kadına yapılan bu iğrenç davranışa karşı çaresiz kalakalmıştım şimdi. Arabadan zor da olsa indim. Dokunsan ağlayacak haldeydim. Hoseok hemen kolumu tutmuştu ayakta durabilmem için.
Saraya doğru ilerledik, şimdi kızına karşı zerre saygısı olmayan o ebeveynler karşısında eğilmek zorundaydım. Dişlerimi sıktım. Bugün değilse yarın alacaktım Seo Yeon'umu o adamın elinden.
"Üzgünüm Seokjin." Bir şey diyemeden yükselen çığlık sesleriyle kalbime bir ağırlık oturdu. Seo Yeon'du bu acı dolu sesin sahibi. Saraydaki gülüşen herkes dumura uğramıştı, herkes susmuş etrafa bakınıyordu. Muhafızla hızla merdivenlere yöneldiler. Hoseok'u itip ben de koşmaya başladım.
Canım mühim değildi şu an. İsterseler bedenimi parçalayıp yem etsinler beni hayvanlara kraliyet ailesinden birine uygunsuz hisler beslediğim için.
En sonunda bir kapının önüne geldiğimde gördüğüm ilk şey ellerini kaldırmış sırıtan yaşlı bir adamdı. Evet, sırıtıyordu. Yere atılmış ucu kanla kaplı sivri cismi gördüğüm gibi odanın içine koştum.
"Seo Yeon-ah!" Yerde kanla içinde uzanıyordu.
"Hayır!" Yanında eğildim ve güzel yüzünü aldım ellerimin arasına. Gözleri etrafı izliyordu dolu dolu. Çırpınıyordu hayatta kalmak için. Dudakları biraz açılmıştı. Üzerinde hiçbir şey yoktu, beyazlar içerisinde görsem daha az acırdı canım.
"Kanamadı, bakire değilmiş kaltak. Hak etti bunu." Kalkıp onu doğduğuna pişman etmek istedim ama Seo Yeon'u bırakamazdım.
Titreyen elini uzattı bana ve yanağımı okşadı gülümseyerek.
"Seokjin-ah, güzel sevgilim. Benim yerime de yaşa olur mu? Uzun ve güzel yaşa. Aşık ol yine, yalnız kalma." Yanaklarım onun kanıyla ve gözyaşlarımla ıslanmıştı.
"Seni çok seviyorum." Eli düştü yanağımdan, gözleri kapanmadı bile. Kucağıma aldım savunmasız, incinmiş bedenini.
Ayağa kalktım, zor da olsa birkaç adım attım ve yatağa bıraktım onu.
Üstünü örttüm sıkıca çabucak üşüdüğünden.
Elimi kalbine koydum ve gözlerimi yumdum. Kalbi tamamen sessizliğe bürünmüştü.
![](https://img.wattpad.com/cover/290100087-288-k920294.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
a story from the old days | sope
Fiksi PenggemarAsla birlikte mutlu bir sona sahip olamayacakken nasıl bu kadar mutlu edebildin beni? ~Sope~ 23.01.22/06.02.22