Bölüm 2 (Mücadele)

139 13 2
                                    

Hastane dönüşü, Kezban, karşı komşusu Gülbahar'dan Ali'yi alırken Mustafa'da eve giriyordu. Solgun tenine biraz renk gelmişti ama anlam veremediği halsizlik, hüzün ve yorgunluk; hala etkiliydi. Kezban'dan aldığı anahtarla kapıyı açtı. Terliklerini çıkartarak koridora adımını atarken, gözleri karanlık koridora bakakaldı. Sanki karşısında onu hasretle bekleyen biri varmış gibi hissetti. Huzursuz oldu. Elini kapı girişindeki düğmeye uzatırken, derin ve pis bir nefes yüzüne çarparak, bedenini delip geçerek tüylerini diken diken etti. Kısa bir uyuşmayla birlikte irkilerek kendine gelen Mustafa, karanlığın içine odaklanarak "kim var orada?" diyerek koridorun ışığını yaktı. Sarı ampulün aydınlattığı koridorda kimseyi göremedi. Koridoru boydan boya kaplayan krem rengi yolluğun üzerine saçılan ışıklar ve camgöbeği yeşili duvarlarda bir şey hareket ediyormuş gibi bir izlenime kapıldı. "Kim var orada?" diye biraz daha gür bir sesle haykırdı. Fakat karşılığı gelmedi. Hemen sağ tarafındaki mutfağın ışığını yaktı. Çekmecelere huzursuz bir halde yöneldi. Biri tarafından izleniliyormuş hissi içinde sürekli etrafına bakınıyordu. En üstteki çekmeceyi açarak içinden büyük bir bıçak aldı. Koridora çıkarken aklından ilk geçen düşünceyi mırıldandı. "İnşallah hırsız girmemiştir." İlk olarak yan yana olan tuvalet ve banyonun karşısındaki salonun kapısını ve ışığını açarak içeri girmeden kapı eşiğinden odaya göz gezdirdi. Koyu kahverengi ve heybetiyle odanın büyük bir kısmını kaplayan ve tam karşısında meşe ağacından yapılma olan büfeye baktı. Vitrinindeki kullanılmayan porselen takımları yerli yerinde duruyordu. Sol köşedeki siyah beyaz televizyonu da yerinde görerek yatak odasına yöneldi. Koridorun bitimindeki ve karşısındaki kapısı açık olan çocuk odasına baktıktan sonra yatak odasına girdi. Elinde sıkıca tuttuğu bıçakla yatak odasını da kontrol ettikten sonra içi rahatlamış bir şekilde mutfağa yürüdü. Koridorda yürürken kapıdan Kezban, kucağında uyuyan Ali'yle birlikte giriyordu. Karşısında, elinde koca bir bıçakla eşini gören Kezban, kısa bir yürek çarpıntısıyla nefes nefese içeri girdi. "Mustafa'm o bıçakta ne?" Gülümseyerek eşine doğru yürüyen Mustafa: "Ya, biri var zannettim. Kontrol ederken tedbir amaçlı yanıma aldım. Bir şey yok, rahat ol aşkım" dedi. Uyuyan oğlunun fındık burnuna bir öpücük kondurup bıçağı aldığı yere bırakmak için ayrılan Mustafa, teninde hissettiği ve hala huzursuz olmasına neden olan o tuhaf gezintiler devam ediyordu. Sanki göremediği bir el tarafından okşanıyor, biri tarafından rahatlatılmaya ya da ele geçirilmeye çalışılıyordu. Kezban, Ali'yi beşiğine yatırarak mutfağa, Mustafa'nın yanına geldi. "Bir yorgunluk kahvesi yapayım mı? Mustafa'm." Diyerek pencereden dışarı bakan eşine sarıldı. "Bugün bana ne oldu? Anlamadım ceylan gözlüm" diyerek masum bir yüz ifadesiyle eşine baktı. "Tahliller temiz çıktı Mustafa'm. Doktor, aşırı yorgunluk ve stresten dolayı sinir sıkışması olabilir, dedi. Kas gevşetici ilaçlarını bir süre kullan bakalım. Sünnet koşuşturması ikimizi de bayağı yıprattı." Diyerek ikinci çekmeceden aldığı bakır cezveyi küçük tüpün üstüne koydu. Kezban, kahveyi hazırlarken Mustafa: "Ben bahçedeki masayı ayarlayım" diyerek dışarı çıktı. Arkasından üzüntülü gözlerle bakarken içini sızlatan o görüntü aklından bir an olsun çıkmıyordu. O çarpık halini anlatmak istemiyordu; üzülmesini istemediği için. Bol köpüklü iki orta kahveyi gümüş tepsiye iki bardak suyla koyan Kezban, dikkatli adımlarla, Mustafa'nın istemeye geldiği o gün gibi yürüyerek dışarı çıktı. Mustafa gülen gözlerle eşini izliyor, kendisi gibi uzun ama kendisi gibi cüsseli olmayan eşinin, bir kuğu gibi süzülüşüne sevgiyle bakıyordu. "Saat 23.00 iyi mi yaptık sence?" alaycı bir ses tonuyla Mustafa'ya baktı. Ellerini ensesinde birleştirerek geriye doğru esneyen Mustafa: "İki gün daha tatilim var. İyi ki yıllık izin kullanmışım" diyerek gökyüzüne; yıldızlara baktı. "Yıllık izin kullandın ama yine yoruldun. Nazlı'da davetiye bıraktı. Nasıl gideceğiz Mustafa'm. Gitmezsek çok ayıp olur." Nazlı ismini duyan Mustafa'nın yüzü öfkeyle karanlığa büründü. "Vallaha devlet dairesi babamın çiftliği değil Kezban! Zırt pırt izin alamam. Biliyorsun." Ayıplayan gözlerle Mustafa'ya bakarak: "Gitmesek bile bir şeyler alıp göndermek lazım. Haftaya cumartesi kına gecesi var. Hemen ertesi günde nikâhı! Nasıl yapacağız?" Önündeki kahveyi yudumlayarak kaşlarını çattı. Nazlı'nın kendisine uzun zamandır asıldığını söylese; acaba az önce söylediklerini tekrardan söyler miydi? Diye düşündü. Teyzenin kızı bana âşık Kezban, biliyor musun? Buna rağmen bu kadar ince düşünmeye devam edecek misin? Âşık olduğu kadına böyle bir kötülüğü yapamazdı. "O zaman bir bilezik alalım. Postayla hemen gönderelim; annenlere." Yüzünde güller açan Kezban: "Yarın kuyumcuya gidelim. Birlikte seçelim, ne dersin?" Eliyle koyu kestane saçlarını okşayarak "Sen nasıl istersen, ceylan gözlüm" dedi. Mutlu gözlerle eşine baktı: "Hem Eşrefpaşa postanesinden göndeririz. Anca gider; buradan Edirne'ye" diyerek ekledi. Mahcup olmak istemeyen Kezban, yüreğine serpilen bu sözlerle rahatlamıştı. Fakat gidemeyeceklerinden dolayı Nazlı'nın çirkeflik yapacağını da çok iyi biliyordu. "Nasılsın Mustafa'm?" diye şefkatle bakarak sordu. İnce kaşlarına ve kara gözlerine yakışan gülümsemeyle bakarak: "İyiyim ceylan gözlüm. Kendimi çok saldım. Farkındayım. Üzerimdeki bu ölü toprağını atmam gerekiyor. Sen merak etme beni. Mücadele, iş ve hayat devam ediyor" diyerek güçlü görünmeye çalıştı. Fakat ruhunu boğan, bedenini yoran her neyse hala etkisini fazlasıyla gösteriyordu. Kahvelerin bitmesini kollarmışçasına bekleyen Ali, sesini duyurmak istercesine ağlıyordu. "Uyandı bebeğimiz" diyerek sandalyeden bir hışımla kalkan Kezban, koşarak içeriye gitti. Mustafa'da boşları aldı ve günü noktalamak için mutfağa yöneldi. Kapıdan girerken bahçe ışığını kapatıp mutfağa girerek tepsiyi ve üzerindeki fincan ve su bardaklarını bıraktı. Sürekli göz ucuyla etrafını süzüyordu. Sanki bir şey gölgesi gibi takip ediyordu onu. Mutfağın ışığını kapatıp çıkarken, yatak odasından "Mustafa'm" diye seslendi Kezban. Telaşlı bir ses tonuyla seslenen eşini merak ederek koşar adımlarla yürüdü. Odaya yaklaşırken Kezban'ında sesleri netleşiyordu. "Kimi gördün annecim? Nerede?" Kapıdan içeri giren Mustafa, işaret parmağıyla pencereyi gösteren Ali'nin yaşlı gözlerine baktı. Ağzındaki emzikle konuşmaya çalışıyor, annesi çıkarmak istediğinde ağlıyordu. "Ne oldu?" diyerek beşiğin yanına geldi. "Kâbus gördü galiba. Pencereyi gösterip duruyor, birde Alf diyor. Anlamadım derdini." Cevap verdi Kezban ama oğlunun hala huzursuz olması da canını sıkıyordu. "Babamm, oğlummm, ne gördün sen?" diyerek kucağına aldı. Ali, hala pencerenin olduğu yeri işaret ediyordu. Bazen yüzü ağlamaklı bir hal alıyor, gözlerini kaçırıyor ama yinede işaret ettiği yere bakmaktan kendini alamıyordu. "Ben onu emzireyim, uyur kalır Mustafa'm. Sende bugün çok yoruldun. Yat dinlen kurban olduğum" diyerek kucağından Ali'yi alan Kezban, yatağın kenarına oturarak Ali'yi emzirmeye başladı. Elbise dolabına giderken bedenindeki ağırlığın giderek arttığını hissediyordu. Elbise dolabından pijamalarını alarak üstünü değiştirdi. Yatak sabahtan kalma olduğu için hemen uzandı. Ali'nin de uyuklamaya başlamasıyla Kezban, fış fışlamaya başladı. "Uyudu mu? Kerata" sordu fısıltıyla. Başını sallayan Kezban, usulca yataktan kalkarak beşiğine yatırdı. Biraz beşiği salladıktan sonra dolaba yöneldi. Dolabından beyaz geceliğini alarak üzerini değiştirirken, Mustafa'nın kısa sürede uykuya dalmasına şaşkınlıkla baktı. Az önce gözleri açık, kendisini ve oğlunu izliyordu. Üzerini değiştirdikten sonra evin içinde son kontrollerini yaparak yatağına yattı. Kâbus gibi geçen günü bitirmek istiyordu.

Yüksük 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin