Bölüm 5 (İşbaşı)

36 3 0
                                    


Resmiyet kokan Bornova Vergi Dairesi binasına girdi. Kapıda onu ilk karşılayan güvenlik görevlisi, adaşı Mustafa'yla selamlaştı. Bir haftalık yıllık izin ile ayrı kaldığı işyeri ona tuhaf gelmişti. İzmir'e geldiği ilk günün tuhaflığına benziyordu. Zamanla buna alışacağını biliyordu. Soğuk, sıkılmış ve duygusuzlukla bezenmiş mesai arkadaşlarına kavuşmuştu. Sürekli arıza yapan asansöre geldiğinde sicil servisinden arkadaşı Rukiye seslendi.

*Hoş geldin Mustafa.

Asansör kapısına elini atmış, kapıyı açmak üzereyken seslenen arkadaşına döndü.

*Günaydın Rukiye, nasılsın?

Rukiye, beton delmek için üretilmiş topuklu ayakkabıları ile hızlı adımlarla Mustafa'nın yanına geliyordu. Topuklarının çıkardığı sesler yüzünden inleyen bina, can çekişen zemin rahatlamak için adım sayıyordu.

*İzin bitti sonunda demek. Şimdi birde adapte olması var.

*Sorma Rukiye Hanım. Sünnet yorgunluğunu üzerimden atamadım. Ama ne yalan söyleyeyim burası burnumda tüttü.

Gür bir kahkaha atan Rukiye, nefret ettiği bu binanın hasretiyle yanan Mustafa'ya takıldı.

*Seni duyanda gurbetten memleketine geldin sanacak Mustafa. Ay buranın nesini özledin? Ha ha ha...

Asansöre bindiler. Rukiye hala için için gülerken, Mustafa malzeme verdiği için kendine kızıyordu. Neyse ki ikinci katta; sicil servisinde Rukiye'nin inmesiyle derin bir oh çekti.

*Görüşürüz Mustafa.

Utangaç bir gülümseme ile arkadaşını uğurlayarak çalıştığı servise doğru yükselmeye başladı asansör. Binanın son katı olan icra servisine!

Asansörden çıkarak ilk uğraması gereken yere doğru ilerlemeye başladı. Asker gibi tekmil vermesi gerekiyordu. Fakat Mustafa bunu bile özlemişti. Müdürün odasına yaklaşırken kravatını ve takım elbisesini kontrol etti. Düzen ve tertip disiplinine önem veren birinin karşısına çıkmadan hazırlık yapması gerekiyordu. Müdürün odasına yaklaşırken masasına gözü takıldı. Ve tatilden önce dosyalarla savaş verdiği günleri hatırladı. Odanın kapısına vardığında arkasından arkadaşı Selim seslendi.

*Günaydın Mustafa, müdür yıllık izinde. Boşuna çalma kapısını! Halime Hanım yerine bakıyor.

Çok konuşan arkadaşı Selim, nefes almadan devam ediyordu. Ağzını açmaya fırsat vermemesine gülümsedi. Sürekli konuşuyor, sorular soruyor ama cevabını beklemiyordu.

*Sünnette iyi oynadık. Ne güzel eğlendik be Mustafa. Keşke her zaman sünnet, düğün olsa. Ufaklık nasıl? Geçti mi pipisi keratanın? Neler yaptın tatilde?

Soluklanmak için durunca Mustafa hemen kaçma girişiminde bulundu. *Ben o zaman Halime Hanıma bir gözükeyim. Görüşürüz Selimcim.* diyerek hemen Müdür Yardımcısı Halime Hanımın odasına doğru yürüdü.

Biriken icra dosyalarıyla öğlene kadar hasret giderdi, Mustafa. Öğle yemeğinden sonra tekrar işinin başına geçtiğinde tatilin verdiği hamlığın tatlı yorgunluğunu hissediyordu. Yemekten gelen mesai arkadaşlarının yüzleri her zamanki gibi beş karıştı. Birçoğunun masasından tavana yükselen sigara dumanları fabrika bacalarını andırıyordu. Kimileri sohbetlerine kaldığı yerden devam ediyordu. Arka masadaki arkadaşları gibi! Nurettin'in kalın ve tok sesinden ne konuştuklarını anlayabiliyordu. Yine siyaset konuşuyorlardı. Nurettin, Türkiye Komünist Partisi davası sonuçlandı, diyordu, Şevket Beye. Haber dinlermişçesine kulak kabarttı Mustafa. Uzun zamandır haber izlemiyor, dinlemiyor ve gazete okumuyordu. Nurettin anlatmaya devam ediyordu. "74 sanık 4 aydan 15 yıla kadar hapis cezaları aldı. 44 sanık beraat etti."

Mustafa o kadar konsantre olmuştu ki karşısında ayakta bekleyen iki yaşlı insanı fark edememişti.

*Kolay gelsin Mustafa Bey.* dedi, yaşlı adam.

Mustafa, göbeğin üstünde birleşmiş ellere bakıyordu. Sonra gözleri yukarıya doğru yükselince hemen ayağa kalktı. Karşısında tanıdık iki mükellef vardı. Hacı Ahmet ve eşi Hacı Nursel Hanım.

*Affedersin Ahmet Amca, hoş geldiniz. Buyurun.* dedi mahcup bir ses tonuyla.

Hacı Ahmet, muhasebecisi tarafından dolandırılmış bir işletmeciydi. Vergi borcundan dolayı iki yıldır mücadele ediyordu. Muhasebecisi, her ay çıkan katma değer vergisi borcunu ve SSK primlerinin parasını devlete ödemek yerine cebine indirmişti. İşyerine gelen icra dosyalarının sonrasında ise ortalıktan kaybolmuştu. Hacı Ahmet bugün yapılandırılmış borcunun son taksitini ödemiş ve dükkânının, evinin ve arabasının üzerinde bulunan haczi kaldıracaktı.

*Nasılsınız?* dedi Mustafa samimiyetle.

*İyiyiz oğlum sen nasılsın?* diye karşılık verdi, Hacı Ahmet.

*İyiyim* derken midesi guruldadı Mustafa'nın. *Pardon* diye ekledi.

*Hayırdır, bir rahatsızlığınız mı var?* dedi Nursel Hanım.

*Yok teyzecim. Oğlanın sünneti vardı. Onun yorgunluğunu atamadım üstümden.

*Ah, Allah damatlığını da gösterir inşallah.* dedi Ahmet Bey.

*Teşekkür ederim. Size nasıl yardımcı olabilirim?* diyerek konuya girdi Mustafa. Fakat onu huzursuz eden bir ürperti başlamıştı içinde.

*Oğlum biz son taksiti yatırdık. Hacizleri kaldırmak için geldik.* dedi Hacı Ahmet.

Mustafa yine garip fısıltılar duymaya başlamıştı. Çok yakından geliyordu. Biri sinirleniri gererken diğeri hoş bir huzur veriyordu. Hangisini dinleyeceğine karar veremiyordu. Anlayamadığı sözler kulaklarından savaşarak içeri giriyordu.

*Bu son taksitin dekontu.* diyerek uzattı kâğıdı.

Kendisine uzatılan dekontu fark etmedi Mustafa. O, duyduğu fısıltıları anlamaya çalışıyordu. Hacı Ahmet, Mustafa'nın bakışlarına bir anlam veremedi. Uzattığı eli havada kalmıştı. Ne yapacağını şaşırmış ve elindeki dekontu önüne bırakmak zorunda kalmıştı. O sırada Mustafa'nın gözleri Nursel Hanıma doğru kaymış ve Arap saçına dönen seslerin bir tanesini tespit edebilmişti. Nursel Hanım, parmaklarını oynatarak dua ediyordu. Fakat bu tespitle birlikte diğer fısıltıların şiddeti arttı. Yüksek basınca maruz kalmışçasına kulakları zonklamaya başladı. Elleri ile kulaklarını kapatıp bu eziyete bir son vermek istedi ama daha beter oldu. Hacı Ahmet ve eşi Nursel, garipleşen Mustafa'nın ne yapmaya çalıştığını anlayamadı. Nursel Hanımın şaşkınlıktan ara verdiği duasıyla rahatlayan ve derin nefeslerle kendine gelmeye çalışan Mustafa, bir türlü anlayamadığı fısıltıların şiddetini azaltması ve birini en sonunda net bir şekilde duymasıyla nutku tutulmuştu. Masanın üzerindeki elleri yumruk olup saldıracak yer arıyordu. Kaşları öfkeden çatılan ve sinirlendiğini her halinden anlayan Hacı Ahmet, söze nasıl gireceğini bilemedi.

*Seni aldatıyor...

Silkelendi Mustafa. Ürkek gözlerle kendisine bakan iki yaşlı insanı fark ederek ayağa kalktı. Dikkati fena halde dağılmıştı. Müsaade isteyerek lavaboya gitti.

Yüzünü defalarca yıkamasına rağmen bir türlü kendine gelemedi. Aynada öfkeden pancara dönmüş yüzüne bakıyordu. Kezban'ın kendisini aldatacağına öldürseler inanmazdı. Fısıltılar gerçek değildi. Düzensiz uyku ve yorgunluk, vücudunun dengesini alt üst etmişti. Son kez yüzüne su serpti. Musluğu kapatıp gitmeye karar vermişken yine fısıltılar başladı. Gri ve beyaz duvarlar, aynalar hatta pencere ve kapılar konuşuyor gibiydi. Hepsi bir ağızdan "Aldatıyor" diyerek onu boğuyordu. "Aldatıyor, aldatıyor, aldatıyor..."

Nefes nefese dışarı attı kendini. Yüzü ıslak ve şaşkın, vücudu ise tir tir titriyordu. Etrafında ona seslenen ya da fısıldayan biri yoktu. Fakat Mustafa deli gibi bakınıyordu. Hep aynı kelimeler kulaklarında sekiyordu. "Aldatıyor, aldatıyor..."


Yüksük 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin