"Yakından çok daha güzelsin."
Bana güzel olduğumu söylemesi, sürekli bunu dile getirmesi hoşuma gidiyordu. Elbette hoşuma gidiyordu çünkü hayatımda ilk defa bu kadar içten söyleyen birisiyle karşı karşıyaydım. Ve Jeon Jungkook hayatımda ki tüm ilkle...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
―jeon jungkook;
Okuduğum okuldan memnun olduğum söylenemezdi. İnsanların ilişkileri kalbe o kadar da hitap etmiyordu. Sanki çoğu kişi çıkarı için arkadaşlık kuruyordu. İnsanlar samimiyetsiz bir şekilde etrafındakilerle dalga geçiyorken aynaya bakma gereği bile duymuyorlardı. Ne acı.
Roseanne'a dedikleri kulaktan kulağa dolanıyordu. Duymamak elde değildi. Onu tanımayan hatta hiçbir fikri olmayan kişiler bile duyduklarını diğerlerine anlatmaktan çekiniyordu. Ne kolaydı bir şeyler konuşup anlatmak.
Ucube olduğunu söylüyorlardı ama onun tek yaptığı onlardan uzak durup bu yalan ilişkilerin arasına girmekten kaçınmaktı. Bu muydu ucubelik? Belki de ben de ucube olmalıydım.
Jimin artık sinirlerimi bozuyordu. Gereksiz bir iddia meselesini bu kadar büyütmesi işten değildi. Yapmak istemiyordum ama bu saatten sonra vazgeçersem bütün olanları gidip Roseanne'a anlatır diye korkuyordum.
O kız böyle bir şeyi öğrenmemeliydi. Biz yeni yeni birbirimize alışıyorduk ve benimle biraz olsun ilgili konuşması gerçekten hoşuma gidiyordu.
Garipti. Hoşlandığım başka bir kız vardı. Aylardır uzaktan seyrettiğim biraz sohbet edip yakınlaşmak için can attığım bambaşka biri vardı ama bir köşede de Roseanne duruyordu. İkisi birbirinden çok farklıydı.
Tüm bu karışıklığa rağmen yine de bir süre yalnız kalıp çocuklardan uzaklaşmak istiyordum. Aslında eski hayatıma dönüp Roseanne'ın kafamı karıştırmasına tamamen engel olabilirdim ama ortada Jimin etkeni vardı. Bu yüzden öğle arasında bile özellikle çocukların yanında durmaktan kaçınmıştım. Muhtemelen Taehyung sayesinde çoktan yemeklerini yiyip basketbol oynamaya koyulmuşlardı ve ben yanlarına gidersem Jimin her zamanki gibi üzerime gelecekti.
Jimin'in oyunlarından sıkılmıştım, kim bilir aklında daha neler vardı?
Basamakları bitirip sınıfların olduğu kata çıkmayı başardığımda koridoru döner dönmez karşıma çıkan bedenle birlikte irkilmiştim. Ona çarpmamak için sendelerken o da benden farksızdı ama geri dönemeyecek kadar geç kalmıştık.
Kafası göğsüme çarpmıştı ve benim ellerimde düşmemek için onun omuzlarını bulmuştu.
Roseanne'di. Üzerinde taze çiçek kokusu vardı ve etrafımı saran bu bahar kokusuna kışın ortasında rastlamak tuhaf bir haz vermişti. Tabi beni fark eder etmez geri çekilmeseydi bu kokuyu bir süre daha duyumsayabilirdim.
"Selam."
Kaşlarını çattığında yanlış adım attığımı anlamıştım. Elimi enseme yerleştirerek bir şeyleri düzeltmeyi düşünürken ufak saç tutamlarımı karıştırıyordum.
"Kusura bakma, seni fark etmedim. İyisin değil mi?"
"Evet, evet sorun yok sadece duvar gibisin onu fark ettim."
Gülümsedim. Onunla konuşabilmek güzeldi. Okuldayken çekingen olduğunun farkındaydım. Çevredeki tepkiler yüzünden şimdi bile etrafa kaçamak bakışlar atıyordu.
Sanki birileri bizi görecek de yine ona karşı bir şeyler söylenecek gibi hissediyor olmalıydı. Buna izin vermezdim. En azından benim üzerimden yapılmasına.
"Gitsem iyi olacak."
Yana doğru yönelip geçmeye çalıştığında önüne çıkarak yolunu kestim. Aynını diğer tarafa da yaptığında yine gitmesine engel olmuştum. Öylece gidemezdi zaten okulda az denk geliyorduk bari birkaç kelime edip sohbet kuramaz mıydık?
"Derdin ne senin, çekilecek misin önümden?"
"Evet." Başımı iki yana sallayarak lafımı geri aldım. Ne diyordum ben? "Hayır. Yani belki. Biraz konuşsak ya?"
Kahretmesin Jungkook!
Onunla konuşurken heyecanlanıyor muydum?
"Neden?"
"Konuşmak için." Cidden mi, verdiğin harikülade zeka dolu cevap bu mu Jungkook? Anlaşılan heyecanlanıyordum.
"Yani... Biraz şey... Konuşmak için yani." Başka ne için olacaktı ki? Susmalıydım.
"Geceden kalma mısın sen? Dün gece yine kulüpte falan mıydın, kaç kadeh içtin Tanrı aşkına? Çekil önümden birileri görecek, insanlar ve boş laflarıyla uğraşamam."
Kaşlarını daha şiddetli bir şekilde çatarken onu sinirlendirmeye başladığım belliydi. Onu tanımayan biri bile anlardı bakışlarındaki sıkılmışlığı.
"Ne randevusu?"
"Randevuya çıkacaktık ya? Onu mu konuşsak?"
Omuzlarını düşürdü. Gözlerini devirmemek için kendini zor tuttuğuna emindim.
"Acelem var. Hem sen de pek mantıklı düşünmüyor gibisin şu anda. En iyisi bu konuyu sonra konuşalım."
Hemen yanımdaki boşluktan geçip giderken bu sefer ondan önce davranıp kolunu yakalamıştım. Amacım canını yakmak değildi. Tutuşumun çok sert olduğunu düşünmüyordum da ama yüzünü ekşiterek iç çektiğinde canını yaktığımı anlamıştım. Elimi hızla geri çekerken, "Üzgünüm." diye mırıldandım. O ise yalnızca çekip gitmişti.
Bir aptal gibi hissediyordum. Avuç içimi birkaç kez alnıma vurup sinirle homurdandım.
"Aptalsın oğlum sen! Aptal!"
Sinirle koridora doğru yürüyüp sınıfa yöneldim. "İki kelimeyi yan yana getirip bir cümle kuramadın. Kız alaşağı etti seni."
Oflayarak içeriye girdiğimde boş olması işime gelmişti. Kendimi sıraya atar atmaz ayaklarımı yere vurarak tepindim.
"Ashshh... Roseanne!!"
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.