―jeon jungkook;
İçimde neler dönüp duruyordu bilmiyordum. Kendimi açıklayamamak berbat bir histi. Ona göstermek istiyordum, bütün bunların sadece benim hatam olmadığını ona zarar vermek istemediğimi... Ama beni görmezden geliyordu, sanki konuştuğumuz onca günü bir anda yok sayıyormuş gibiydi. Hiç mi ısınmamıştı bana karşı? Birazcık bile erimemiş miydi buzdan duvarları?
Şu ana kadar şehrin merkezinde hiç bu kadar vakit geçirmemiştim. Roseanne'ın bulunduğu şehir kütüphanesine diktiğim gözlerimin yanı sıra zihnim acaba gözümden kaçmış mıdır diye sorgulamadan edemiyordu. Sonuçta kim bu kadar saat kütüphanede vakit geçirirdi ki?
Onunla birlikte kütüphaneye girmediğim için pişman sayılırdım ama girseydim eğer muhtemelen anında yakalanırdım. Onu uzaktan takip etmek zordu, zeki bir kızdı.
Okul çıkışından beri onu takip ediyordum. Amacım benden korkmasını sağlamak değildi elbette. Yalnızca onunla konuşmak için uygun bir anı kolluyordum ama onun kütüphaneye gireceğini tahmin etmemiştim.
Akşamüstü olmuştu. Yaslandığım direkte donmak üzereydim. Kütüphaneden bir an önce çıkması için içten içe söylenirken konuşma işini bu kadar uzattığım için kendime kızıyordum.
Bana kızmakta tamamen haklıydı. Aptalın tekiydim, ne yaptığını bilmeyen Jimin'in oyunlarından birine gelmiştim ama o olmasa Roseanne'ı tanımak için şans tanıyacağımı sanmıyordum. Ona karşı gözlerim kapalıydı.
Caddenin karşısındaki kütüphanenin kapısı bir kere daha aralandığında boşa ümitlenmeyi göze alarak yaslandığım yerden uzaklaşmıştım. Neyseki oydu.
Kapının ardından dışarıya çıkan ufak bedenini görür görmez kendimi yola atmıştım. Korna sesleri her ne kadar etrafın büyüsünü bozsa da ona doğru attığım hızlı adımlarım onun kitaplarını düzeltip kollarının arasına almasına kadar sürmüştü. Sanırım biraz uçmuştum.
Karşısına geçtiğimde ve beni fark ettiğinde bozuntuya vermeden yüzüme baktı. Sanki şaşırmamış gibiydi.
"Daha ne kadar orada bekleyebilirsin diye seni test etmek isterdim ama geç oldu, ne söyleyeceksen söyle eve dönmem gerek."
Pekala kesinlikle şaşırmamıştı. Beni görmüştü!
"Madem burada olduğumu biliyordun neden daha önce çıkmadın?"
"İşlerim vardı Jungkook, hem gidersin diye düşünüyordum."
"Gitmem." dedim hızla lafını bölerek. "Biz konuşup anlaşana kadar hiçbir yere gitmem. Neden bu kadar sert olmak zorundasın? Kestirip atma seninle o kadar zaman geçirdik hiç mi aklına düşmüyorum?"
Bakışlarında, yüzünde hatta her bir hareketinde cesaret arayan bir tavır vardı. Ondan cesaretini çalan neydi bilmiyordum ama bir süre böyle devam edeceği ortadaydı.
"Düşüyorsun elbette. Hatta aklımdan hiç çıkmıyorsun, çıkmıyorsunuz. Sen, Jimin ve birde Yeri. Neden beni böyle bir üçlünün eğlencesi haline getirdiniz merak ediyorum."
"Demek istediğim bu değil, biliyorsun."
Başını salladı. Yüzündeki ciddi ifade daha da ciddileşirken, "Biliyorum Jungkook sadece biraz kafamı dağıtmam gerekiyor. Sen söylemek istemesen de olan bu. Üzgünüm ama zaten her şey fazla masalsıydı. Gerçeğe dönelim lütfen, yoluna bak."
Önümden çekilip caddeye doğru atıldığında saniyeler içinde karşıdan karşıya geçmişti. Onun peşinden gitmek üzereyken yayalar için olan kırmızı ışık yandı. Harika (!) bunu bile ayarladığına emindim.
Peşinden gidip onu durdurmak ve konuşmayı biraz olsun lehime çekmek istiyordum ama yetişmem kolay değildi.
Yine de trafik lambalarını umursamadan yola atlayıp karşıya doğru koşturdum. Birkaç korna daha çalmıştı. Şoförlerin bana küfrettiğine emindim ama umrumda olan tek şey Roseanne'dı.
Hızlı adımlarıma rağmen onun aramıza açtığı mesafe yüzünden geride kalmıştım. Nasıl bu kadar hızlı yürüyebiliyordu bilmiyordum ama bir süre sonra caddeden oldukça uzaklaştığımızı fark ettim.
Arkasından koşturmayı bırakıp girdiğimiz ara sokaklarda onu takip ederken evine yaklaşmış olmalıydık. Çantasını karıştırmaya başlamıştı. Anahtarını arıyor gibi.
Nihayetinde sakin bir sokağa girip iki katlı küçük bir evin önüne yaklaştığında hareket etmeyi keserek onu uzaktan seyrettim.
"Demek burası evin."
Anahtarını bulamamıştı. Zile basıp beklemeye başladığında üzerindeki tedirginlik dışarıdan dahi hissediliyordu.
Kapı bir süre açıldı. İçeride birisi yok zannediyordum ama oradaydı işte, orta yaşlarda bir adam.
"Nerdesin sen?"
Sesi normalden çok yüksekti ki onu olduğum yerden dahi duyabiliyordum.
"Sana kaç kere daha diyeceğim erken gel diye?"
Sinirle güldü. Elindeki kitapları sertçe tutup yere savururken olduğum yerden onlara doğru ilerlemeye başlamıştım bile.
"Şu kütüphanede sürtmekten eve gelmiyorsun, yemek yiyeceğim ben! Git bir şeyler yap."
Roseanne'ı iterek içeriye soktuğunda dudaklarım arasından öfkeyle birkaç küfür kaçmıştı. Bu adam ne sanıyordu kendini?
Roseanne kitaplarını yerden toplarken kapı kapanmıştı. Yolun ortasında donakalmıştım. Bu adam kimdi ve ona nasıl böyle davranabiliyordu? Hele de Roseanne neden buna müsaade ediyordu? Abisi miydi yoksa?
Ailesinden kalan tek kişi miydi bunları yapan?
O an aklıma gelen tek şey okulda ve davette kolunu tuttuğumda olanlardı. Küçücük bir temasım bile canını yakıyordu.
Bunları yapan bir adamla aynı evde yaşadığını düşünecek olursak aklıma tek bir seçenek geliyordu.
O adam, o şey, ona dokunuyor muydu? Zarar mı veriyordu?
Bazı şeyler, biraz açıklandı gibi sanki...
Düşüncelerinizi yazmadan geçmeyin lütfen.Ne yazık ki taslakta kalan bölümler az olduğundan diğer bölüm haftaya kaldı, lütfen bol yorum yapın ❤️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
larmesé
Fanfiction"Yakından çok daha güzelsin." Bana güzel olduğumu söylemesi, sürekli bunu dile getirmesi hoşuma gidiyordu. Elbette hoşuma gidiyordu çünkü hayatımda ilk defa bu kadar içten söyleyen birisiyle karşı karşıyaydım. Ve Jeon Jungkook hayatımda ki tüm ilkle...