Bir süre kendi düşüncelerimde boğularak yürüdükten sonra, arkamdan birinin geldiğini hissedince dönüp baktım. Hyunjin, ellerini cebine sokmuş rahat adımlarla bana doğru yürüyordu.
"Beni mi takip ediyorsun?" dediğimde, "Evet." dedi.
Tek kaşımı kaldırarak, "Neden?" diye sordum.
Yanıma gelince yürümeyi bırakmıştı. "Jiseo'yu eve getirdin, teşekkür olarak ben de seni eve bırakıyorum."
Hyunjin'i şimdiye kadar tanıdığım kadarıyla, canı ne isterse onu yapan biriydi. Yani ona gitmesini söylesem de gitmezdi. Zaten gitmesini istemiyordum da. Birinin yanımda olması iyiydi, bu kadar yorgunken serserilerle karşılaşırsam onları dövemezdim.
Başka bir şey söylemeden önüme dönerek yürümeye devam ettim, Hyunjin de hemen bir adım arkamdaydı.
İnşaatların ve depoların olduğu bölgeden çıkıp da asıl evlerin olduğu bölgeye giriş yaptığımızda dayanamayarak kaldırıma oturdum. Ayaklarım sızlıyordu ve her an uyuyakalabilirdim.
"Yoruldun mu?" diyen uzun bedene bakmadan başımı salladım.
"Biraz dinlenmem lazım."
İtiraz etmeden yanıma oturdu. "Adının Aerin olduğunu bilmiyordum."
Gözlerimi devirdim. "Marketteyken zahmet edip bana baksaydın, yakama taktığım isim kartını görürdün."
Kısa bir sessizlikten sonra, "Nedenini anlamıyorum. Neden insanlara karşılıksız yardım ediyorsun?" demişti.
Soğuk hava ciğerlerimi sızlatıyorken, "Sadece gerçekten ihtiyacı olanlara yardım ediyorum." dedim. "Herkese böyle değilim."
Bakışlarını yüzümde hissettim. Dizlerimi kendime çekmiş ve çenemi, diz kapaklarıma yaslamıştım.
"O zaman neden bana yardım ettin? Jiseo yardıma ihtiyaç duyabilir ama ben duymuyorum."
Ölmek üzereydin, manyak herif. Hâlâ yardıma ihtiyacım yok diyorsun.
Başımı dizlerime yaslamayı bırakarak yanımda oturan Hyunjin'e baktım. "Jiseo benim çocukluğuma, sen de birkaç yıl önceki hâlime benziyorsun. Size yardım etmek istiyorum."
Güldü, alaycıydı. Yine de yüzünde boş bakışlar yerine bir duygu görmek hoşuma gidiyordu. "Nereden anladın? Bizi tanımıyorsun bile."
Tekrar önüme döndüm. "Gözler yalan söylemez, ajussi. Gözler çok şey anlatır görmeyi bilene."
Şaşırdığını, gülmeyi bırakmasından anlamıştım. Bir süre bir şey söylemedi. Bu arada ben uyumamak için direniyordum.
Kısık sesle, "Benim gözlerim... ne anlatıyor peki?" dedi.
Gözümü ovuşturarak ona baktım, buz gibi olan gözlerine. "Kırılmışsın. O kadar kırılmışsın ki, açılan çatlaklardan soğuk rüzgarlar içeri girmiş ve kalbin, bir kar fırtınasının ortasında kalmış. Fırtına o kadar güçlü ki gözlerinden kar taneleri dökülecek neredeyse."
Şaşkınlıkla aralanan dudaklarına karşılık tebessüm ettim. Kendini çabuk toparlayarak önüne döndü. Haklı olduğumu biliyordum, onu ilk kez markette gördüğümde anlamıştım zaten. Şimdi söylediklerime itiraz etmemesi de bunu kanıtlamıştı.
"Peki, o hâlde ben de senin gözlerinde ne gördüğümü söyleyeceğim. Bakalım ben görmeyi biliyor muyum?" diyerek bana çevirdi başını.
"Dene bakalım." dedim. Birkaç saniye dikkatle gözlerime baktıktan sonra tebessüm etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Silent Cry | Hyunjin
FanfictionKırılan, parçalanan çocuklardık. Kırılan parçalarımızı çöpe atıp birbirimizi tamamlamaya çalıştık.