Hava kararalı birkaç saat olmuştu. Hastane yatağında otururken Jiseo'nun kıyafetlerindeki sökükleri dikiyordum. Jiseo da yatağın ucunda oturmuş elindeki peluş oyuncaklarla oynuyordu.
"Aerin abla." dedi birden. Kendi düşüncelerime daldığım için onun son birkaç dakikadır sessizleştiğini fark edememiştim.
"Efendim?"
"Senin annen baban nerede?" Duyduğum soru ile elimde iğne, öylece kalakalmıştım. "Hastaneye hiç gelmediler. Seni merak etmiyorlar mı?"
Dudağımı ısırarak aniden çöken duygu selinden kurtulmaya çabaladım. Yüzümdeki zoraki tebessümle, "Bilmiyorum." dedim. "Neredeler bilmiyorum."
Masum bakışlarla, "Özlemiyor musun onları?" diye sordu.
Duraksadım. Özlüyor muydum? Her gün okuldan gelince, sırf kavgalarını duymayayım diye kendimi odama kapatıp kulaklıklarımı takmam ve sesi sonuna kadar açmam...
Bir gün onun kızı olmadığımı öğrenen babam kapıyı çarpıp gitmişti. Ağlayarak gerçek babamın kim olduğunu sorduğum annem ise, "Ne bileyim." demişti umursamazca. "Tek kişiye bağlı kalamam ben."
O zamana kadar kötü olduğunu sandığım hayatım, daha da kötüye gitmişti. Okulda ve çevrede, babamla ilgili gerçekler ortaya çıkmış, söylentiler abartılarak olmayan şeyler de eklenmiş ve zaten zar zor katlandığım okul hayatım cehenneme dönmüştü. Son damla ise, hırsızlıkla sonuçlandığım gün bardağın taşmasına sebep olmuş; beni hem okuldan hem de evden kovdurtmuştu.
Belki tek çocuk olmasam her şey daha farklı olurdu diye düşünürdüm hep. Kan bağımın olduğu bir arkadaş, kardeşim. Fakat annem beni evden kovuduğu gün, kan bağının o kadar da güçlü bir şey olmadığını ancak idrak edebilmiştim.
"Hayır. Özlemiyorum." dedim hâlâ cevap bekleyen küçük kıza.
"Neden? Senin annen de benimki gibi miydi?"
Uzanarak yanağını sıktım. "Anneni hiç görmedim, o yüzden onun hakkında konuşmam doğru olmaz. Hem boş ver bunu. Uykun gelmedi mi? Yarın okulun var."
Sanki yeni aklına gelmiş gibi esnemeye başladığında tatlılığı beni güldürmüştü. "Geldi." diye mırıldandı. Yataktan atlayıp lambayı söndürdükten sonra geri geldi. Kollarını uzatarak kucağıma gelince önce tombik yanaklarını öpmüş sonra da yanıma yatırmış ve üzerini iyice örterek üşümediğinden emin olmuştum.
Aradan geçen birkaç dakikanın ardından uykulu bir sesle, "Anneler kötü." diye mırıldanmıştı.
•••
Aradan geçen bir haftanın sonunda taburcu olma vaktim gelmişti. Hastanenin önünde tekerlekli sandalyemde, Jiseo'nun okuldan gelmesini bekliyordum. Kucağımda poşete doldurduğum birkaç parça kıyafetim vardı, sahip olduğum her şey bunlardı zaten.
Hyunjin ve diğerleri henüz gelmemişti. Haberlerde peş peşe üç banka soygunu görmüştüm. Bizimkiler miydi emin olamamıştım ama üç bankayı birden soyacak kadar delirmemişlerdir herhâlde diye düşünüyordum.
Jiseo gelince nereye gitmemiz ve ne yapmamız gerektiğini bilmiyordum. Bir çaresine bakardık elbet, çok sorun etmemiştim. İlk defa evsiz kalmıyordum ya.
Endişelendiğim başka şeyler vardı. Mesela Hwang Hyunjin neden hâlâ geri dönmemişti. Birkaç gün derken bu kadar süreceğini tahmin etmemiştim ki ben. Geldiğinde kulağını çekecektim onun!
Benim düşüncelerimle boğuştuğum bir saatin ardından hastanenin bahçesine girerek önümde duran arabaya göz ucuyla bakarak tekrsr kucağımdaki ellerimle oynamaya devam ettim. Fakat kapı açılıp da kısa bacaklar arabadan aşağı atlayınca istemsizce başımı kaldırmış ve tekrar bakmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Silent Cry | Hyunjin
FanfictionKırılan, parçalanan çocuklardık. Kırılan parçalarımızı çöpe atıp birbirimizi tamamlamaya çalıştık.