Marketten çıkarak yürümeye başladığımda, yüzüme çarpan soğuk hava uykumu açmıştı. Saat gece yarısını geçiyordu ve artık gidip uyuyabilirdim- en azından ben öyle sanıyordum.
Pansiyona yaklaşmıştım ki önümü kesen birkaç serseriyle durdum. İçlerinden biri, "Hyunjin'inki buymuş yani." diyince kaşlarımı çatmıştım.
Ben kimsenin değildim.
"Siz kimsiniz?" dedim çantamın sapını sıkıca tutarken. Az çok anlamıştım bakışlarından, Hyunjin'i sevmedikleri açıktı.
Sözlü olarak cevap vermek yerine hepsi birden bana saldırınca en mantıklı şeyi yaparak çantamla kafalarına geçirdim ve arkamı dönüp koşmaya başladım. Fakat onlar hem sayıca üstündü hem de ben saatlerce çalıştığım için yorgun ve uykusuzdum. Beni yakalamaları uzun sürmedi bu yüzden.
Saçımdan yakalayarak geriye doğru çektiklerinde acıyla inlemiş ve saçımı tutan arkamdaki kişinin ayağına tüm gücümle basmıştım. Kendi canının derdine düşünce saçlarımı bırakmış olsa da diğerleri beni tutup sert bir tokat atmıştı. "Amma hırçınmışsın sen."
Dağılan saçlarımın arasından nefretle karşımdaki yüze bakarken, koştuğum için nefes nefeseydim. Yanağım, attığı tokat yüzünden sızlıyordu. "Hyunjin'le düşündüğünüz gibi bir ilişkimiz yok. Arkadaşız." dedim sinirle.
Sırıtarak, "Fark etmez." demiş ve beni tutanlara işaret vermişti. Ellerimi, ağzımı ve gözlerimi bağlamaya başladıklarında kalan son gücümle çırpınmış ve kurtulmaya çalışmıştım. Beni bağlayanlardan birinin gözüne dirsek attığımda ise, az öncekinden daha şiddetli bir tokat yemiştim. Tokatın etkisinden kulaklarım çınlamaya başlarken gözlerimi bağlamalarıyla her yer kararmıştı.
Bir arabaya bindirildiğimi anladıktan sonra tek yapabildiğim oturmaktı. Kaçmanın bir yolunu bulurdum elbet, şimdilik gücümü boşa harcamayacaktım.
Ne kadar sürdüğünü bilmediğim yolcuğun sonunda kısa bir süre zorla yürütülmüş, sonra da sanki insan değilmişim gibi beni yere itmişlerdi. Şaka gibiydi cidden, söyleselerdi otururdum zaten, itmeye ne gerek vardı şimdi? Ağzım bağlı olmasaydı da başlarının etini yeseydim keşke.
"Bu mu?" diye sorduğunu duydum kalın bir sesin. Orta yaşlı bir erkeğe ait olduğunu anlamıştım.
"Buymuş. Kızın gözünün içine bakıyor."
Kendimi tutamayıp güldüm. Hyunjin sadece benimle dalga geçmeye yer arıyordu, yanlış anlamışlardı. Ben ona ajussi dediğim için o da benimle uğraşıyordu işte.
Beni umursamadan konuşmaya devam etmişlerdi. "İyi, söyleyin gelsin biraz da bizim gözümüzün içine baksın."
Gözlerime bağladıkları kumaşı çözdüklerinde loş ortam sayesinde gözlerim ortama hızlı adapte olmuştu. Gözlerimi etrafta gezdirerek nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Normal büyüklükte bir odadaydım, gece olduğu için dışarıyı göremiyordum. Duvarlardaki boyalar yer yer soyulup dökülmüş ve kabarmıştı.
Birini aradıklarını duyunca telefon sesinin gediği tarafa baktım. Elinde telefon tutan adam yanıma gelerek telefonu bana çevirince görüntülü aradığını fark etmiştim. Beni kullanarak Hyunjin'i tuzağa çekeceklerdi, anlamak zor değildi. Fakat Hyunjin gelir miydi, işte orasını ben de bilmiyordum. Beyefendi bana gözlerini devirmekten, duymazdan gelmekten ve beni sinir etmekten başka bir şey yapmıyordu çünkü.
Telefon açıldığında Hyunjin'in bıkkın yüzünü görmüştüm. O ise beni görür görmez kaşlarını çatmıştı. Telefonu benim önümden çekip kendine çevirdi yanımdaki adam. "Ağzının tadını iyi biliyorsun cidden. Güzel kızmış." dediğinde kaşlarımı çattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Silent Cry | Hyunjin
Hayran KurguKırılan, parçalanan çocuklardık. Kırılan parçalarımızı çöpe atıp birbirimizi tamamlamaya çalıştık.