11🌩

2.7K 276 349
                                    

Sessizlik.

Hyunjin, oturduğu yerde derin bir nefes çekti içine. Gözleri, mezar taşında geziniyor ve göğsü sıkışıyordu. Tekrar derin bir nefes alarak bu sefer başını yukarı kaldırmış ve masmavi gökyüzüne bakmıştı.

Dolan gözlerini kırpıştırarak akmalarına engel oldu. "Bu kadar geç geldiğim için özür dilerim." diyerek gözlerini kapattı. "Anne, baba... Belki de buraya gelmeyerek ölümünüzü kabullenmemeye çalıştım, bilmiyorum..."

Ailesinin mezarlarına baktı tekrar. Elindeki çiçek buketini, yan yana duran mezarların ortasına bıraktı.

"Sizi de, onu da koruyamadım. Elime yüzüme bulaştırdım. Uzun... çok uzun zamanın ardından sonunda biri, bana tekrar duygularımın olduğunu hatırlattı. Fakat başı, benim yüzümden tam iki kere belaya girdi. Ben ikisinde de onun yanında olamadım, koruyamadım."

Çok pişmanım, diye geçirdi içinden. "Eğer böyle olacağını bilseydim en başından onunla tek kelime bile konuşmazdım. O zaman güvende olurdu, değil mi?"

Cebinden cüzdanını çıkararak Aerin'in kimliğini aldı. Kimlikteki fotoğrafına bakarken, "Elimdeki tek fotoğrafının bu olması da tamamen benim aptallığım yüzünden..." demişti. "İşe yaramaz biriyim."

Bu esnada, aylar sonra gözlerini açan Aerin için, hâlâ yaşıyor olduğu gerçeği şaşırtıcıydı. Öleceğinden emindi oysa.

Doktor ve hemşireler odadan çıkınca bakışlarını tavana sabitledi. Bacaklarını hissetmiyordu. Doktor ona bir şey dememişti henüz ama anlamıştı.

Kendine engel olamayıp peş peşe akan göz yaşlarını yastıkla buluşturdu. Avucunda sıkıştırdığı örtüyü bile doğru düzgün tutamıyor, bedenine söz geçiremiyordu.

Her zaman olayların iyi tarafından bakmayı tercih ederdi -zorunda kalırdı-, fakat şimdi iyi bir taraf göremiyordu. Yapayalnızdı, bacakları tutmuyordu. Ellerini kaldırmayı denedi, hafifçe havaya kalksa da daha fazla dayanamayıp pes etti.

Gözlerinden akan damlalarla birlikte dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. Kendine engel olamayıp önce kısa bir kahkaha attı, acı çektiği gülüyor olmasına rağmen belliydi. Hemen ardından hıçkırıklara boğulmuştu.

Hayatı sanki öncesinde çok iyiymiş gibi, şimdi tam anlamıyla mahvolmuştu.

"Ağrı kesici vurmaya geldim." diyen hemşireyle düşünmeyi bırakmıştı. Fısıltıyla teşekkür etti kadına. Kadın da tebessüm ederek, "İlaç uyku verir, biraz daha uyuyup dinlenin." dedi. Islak yanakları ve kızarık gözleriyle ona bakan kız için üzülmüştü. "Yakınlarınıza uyandığınızı haber verdik, yakında burada olurlar. Test sonuçlarına göre de sizi servise çıkaracağız. Orada rahatça görüşebilirsiniz."

"Yakın...larım?" dedi şaşkınlıkla. Gözyaşları duyduğu kelimeyle durmuş, büyüyen gözleriyle hemşireye bakmıştı. "Kim?"

Annesi olamazdı, babasının umrunda değildi. O hâlde Hyunjin miydi? Gerçekten o olabilir miydi?

"Hmm, uzun siyah saçları olan genç bir çocuktu. Zaten siz buraya geldiğinizden beri hastaneye uğramadığı gün olmadı. Ah, bir de küçük bir kız vardı yanılmıyorsam."

Hyunjin miydi gerçekten? Gerçekten... Hyunjin, Hyunjin.

"Hwang Hyunjin." dedi fısıltıyla.

İlacın etkisiyle farkına varmadan uykuya daldı. Kısa süreli uykudan sonra hemşire oturmasına yardım ederek yemek getirmişti. Kaşığı tutamayınca ne tepki vereceğini bilemeden öylece tabaktaki çorbayı ve masaya gürültüyle düşen kaşığı izledi.

Hemşire bir sandalye çekip otururken, "Ben yedireceğim." dedi.

Zoraki bir tebessümle konuştu. "Teşekkür ederim. Fakat... Neden kaşığı bile tutamıyorum? Bacaklarımı da hissetmiyorum."

Hemşire, kaşığı çorbaya daldırıp soğuması için yavaşça karıştırdı. "Buraya geldiğinizde durumunuz çok kritikti." dedi yumuşak bir sesle. "Kollarınız kırılmıştı. Alçılıyken ve sonrasında da hareketsizlikte güçsüz kalmış olmalı. Egzersiz yaptıkça düzelecektir." Ciğerlerine derin bir nefes çekerek sözlerine devam etti. "Ne yazık ki omurlarınızdaki hasar ciddi görünüyor, bu nedenle hissetmiyorsunuz bacaklarınızı."

Boğazındaki yumruyla, "Yürüyemeyecek... miyim?" diye sordu Aerin.

Hemşire konuşmak yerine çorba dolu kaşığı ona uzatmıştı. Ağlamamak için kendini sıkarken dudaklarını aralayarak çorbayı içti. Neredeyse bir yıl olmuştu midesine yemek girmeyeli.

•••

Bir hafta sonra, Aerin'in test sonuçları düzeldiği için servise çıkmasına karar verildi. Bu süre boyunca, içeri kimseyi almadıkları için sadece hemşirelerle ve uyanık olan diğer hastalarla konuşmuştu sadece.

Tekerlekli sandalyeyle yoğunbakımdan çıktıklarında, kapının önünde bekleyen tanıdık yüzleri görmüştü genç kız.

Özlemişti.

Ona doğru koşan küçük kıza ve yüzlerindeki şaşkınlık ve tebessümle kendisine bakan yüzlere, başını hafifçe eğerek selam verdi. Jiseo, sandalyenin izin verdiği ölçüde Aerin'e sıkıca sarılmıştı.

"Aerin abla!" diye sevinçle çığlık atan kız, ona sarılır sarılmaz göz yaşlarına boğulmuştu. Aerin ise Jiseo'un bu kadar büyümüş olmasına şaşırmış, sonra da bunun sebebinin on bir aydır komada olması olduğunu fark etmişti. Küçük kızın saçlarını okşadı ve sırtını pat patladı.

"Ne kadar büyümüşsün." dedi acı dolu bir tebessümle. Seni büyürken izleyemedim, diye düşündü içinden. Okula giderken saçlarını tarayıp güzelce toplayabilir, çantasını hazırlamasına yardım edebilir, oyunlar oynayabilir, ödevlerine yardım edebilir, geceleri ona sarılarak uyuyabilirdi bu sürede.

Ama olan olmuştu. Geleceğe bakmaktan başka yapabileceği bir şey yoktu.

Tekerlekli sandalyeyi süren hemşire Jiseo'ya doğru eğilerek, "İstersen ablanı odaya çıkaralım, orada daha rahat konuşursunuz." dedi sevecen bir şekilde.

Jiseo geri çekilse de ablasından ayrılmak istemediği için, Aerin'in elini tutarak yavaşça yürümeye başladı. Önde Jiseo ve Aerin, arkalarında da sekiz adam ilerlediler. Karşılaştıkları hastalar ve yakınları onlara bakmadan duramıyorlardı. Bu kadar kalabalık bir grup, ancak bu kadar garip olabilirdi zaten.

Siyah giysili sekiz genç, serseri oldukları belliydi, önde ses çıkarmadan ağlayarak yürüyen küçük kızı ve sandalyedeki çelimsiz genç kızı takip ediyordu.

Odaya yerleştikten sonra yatakta otururken bacaklarındaki örtüyü düzeltti Aerin. Hemşire onları yalnız bırakınca Jiseo hemen yatağın kenarına oturup tekrar sarılmıştı ablasına.

Sessizlik rahatsız edici olmaya başlamıştı ki, "Geçmiş olsun." diyerek söze girdi Jisung. Diğerleride aynı şekilde geçmiş olsun derken Aerin başıyla onayladı.

"Teşekkürler."

Hyunjin birkaç adım yaklaşarak, "Nasıl hissediyorsun? Yastık koyayım mı sırtına? Rahat mısın? Ağrın var mı? Karnın aç mı?" diyerek sorularını hızlıca sıraladı. Aerin'in, ona bakmasını ve onunla konuşmasını istiyordu- hayır. İhtiyacı vardı onunla konuşmaya.

Gözleri birbirine değdiğinde Aerin güldü. "Nefes al, ajussi. Ciğerlerinin sağlam olduğunu sanmıyorum." dedi ve Hyunjin'in ona kızmasını bekledi. Ajussi denmesinden nefret ettiğini herkesten iyi biliyordu.

Ancak Hyunjin ona kızmak yerine yatağa iyice yaklaşarak yere diz çökmüş ve Aerin'in elini tutmuştu. Göz yaşları yanaklarına dökülmeye başlarken dudaklarında güzel bir gülümseme vardı.

Aerin, ağlayan genci şaşkınlık içinde izlerken, "Çok şükür." dedi Hyunjin. Sonra kıkırdadı. "Birinin bana ajussi demesine sevineceğim günler de gelecekmiş."

Çok kısa oldu, epeydir de bekliyorsunuz biliyorum. Bazı durumlar yüzünden böyle oldu, kusura bakmayın.

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Sizi seviyorum 💞

Silent Cry | HyunjinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin