Yıllar önce Recai'ye bir altın biriktirme merakı gelmişti. Her biri üç gramdan beş altın parayla başladığı biriktirme aşkı, her yılsonunda on iki altını bu birikime eklemek suretiyle tam on beş yıldır sürüyordu. Bankaya güvenmezdi ve evinde de altınları saklama olanağı yoktu. Daha doğrusu o kadar altınla birlikte yaşamaktan, bu hazineyi duyup veyahut hissedip şeytana uyarak kendisine bir fenalık yapabileceklerin kötülüğünden korkuyordu. Rahmetli dedesi, yani teyzesinin babası cumhuriyet savcısıydı. Ondan kalma çelik kasa teyzesinin yatak odasında dururdu. Rica etmiş, teyzesi altınları kasada saklamayı kabul etmişti. Teyze, onun için güven demekti.
Recai sırf bu işten hoşlandığından - yoksa gerek yoktu - altınlarını sayarken telefon çaldı.
"Alo..."
Teyzesi, arkadan gelen kuş sesi eşliğinde, saldırı emri almış asker gibi telaşlı, rap rap konuşmaya başladı.
"Recai! Enişten altınlarla ortadan kayboldu."
Recai başta teyzesinin ne dediğini pek anlamadı. Portakal çiçeği ve yanık kokan sıcak bir hava hissetti. Sonra kelimeler yavaş yavaş anlam bulunca, banyo lavabosunda örümcek görmüş gibi aniden irkildi. Sinirli sinirli güldü. Teyzesinin kendisine şaka yaptığını düşünmüştü.
"Duydun mu beni? Enişten tüydü. Kasa bomboş. Benim takıları da almış."
Recai yutkunmaya çalıştı. Boğazında koca bir yumru düğümlenmişti. Saç diplerinde bile kalbinin atışını hissedebiliyordu. Soğuk soğuk terlerken önündeki altınlara baktı. Giden onlarca altınına rağmen, o yıl biriktirdiği on iki altını kasaya henüz koymadığı için züğürt tesellisiyle kendini şanslı hissetti.
"Recai, enişten nerede biliyorum. Koş var pavyona."
Recai kulaklarına inanamadı. Şaşkınlıkla bekledi, ama teyzesi ciddiydi.
"Teyze, ben sana geleyim, etraflıca görüşelim."
Teyzesi, "Olmaz!" diye buyurdu. "Etrafı metrafı yok Recai! Gül Pavyon var ya hani, oraya git."
"Ciik!" diye feryat edercesine öttü kuş.
Recai otuz beş yaşındaydı ve daha önce pavyona gitmek bir yana dursun, kapısının önünden bile geçmemişti. Korkardı öyle yerlerden. Ona göre oralar; kavga dövüş, it uğursuz yeriydi. Pavyon falan bilmezdi o. Hele Gül Pavyon'u hiç duymamıştı. Teyzesinin bu tür bir yerden haberdar olması onu şaşırttı. "Ama..." diye itiraz edecekti ki teyzesi onu susturdu ve yeğenini yine şaşkına çevirerek orada ne yapması gerektiğini bir bir anlattı.
Recai yazgıcı ve teslimiyetçi bir şekilde, "Giden gitmiş teyze," dedi. Sonra, başına fenalık gelmiş her insanın yüreğinde filizlenen aldatıcı ve uyuşturucu bir umutla ekledi. "Hem belki döner eniştem."
"Dönmez!" diye kestirip attı teyzesi. "Ay hâlâ oturuyor musun? Kalk!"
Kime sorduysa Gül Pavyon'u kimse çıkaramadı. Üstelik insanların azar bakışı ya da alay sırıtışı ile utanıp ezildi. Tam vazgeçecekti ki ara sokaklardan birinde cılız bir neon ışığı gördü. Yağmur yağıyordu. Arabayı park etti ve elini başına siper ederek koştu.
Dışarıda yağmur bardaktan boşanırcasına yağarken o, vestiyerin önündeki lekeli kırmızı halıya paltosundan su damlatıyordu. Recai tereddüt ederek içeriye girdi. Boş bir masaya oturdu. Hemen önüne servis açıldı. Kimseye belli etmeden kesesini açtı ve önündeki boş tabağın içine bir altın para bıraktı.
Meze arabasıyla gelen garson, bir atmacanın minik bir tarla faresini fark etmesi gibi hemen gördü altın parayı. Bir Recai'ye baktı, bir altına. Raconun gereği belliydi. Yine de içtenlikle sordu. "Emin misin abi?"