8. Ruhlar

5 1 0
                                    



Müzik gerçekten de her yerdeydi. Daha önce hiç görmediğim bu varlıklar nedense beni hiç korkutmamıştı. Japon animelerinden fırlamış gibi çeşit çeşit görünüşte ve karakterde yüzlerde ruhani varlık vardı. Ruhani varlık diyorum çünkü yaydıkları enerjiyi görebiliyordum. Tam olarak ne ya da kim olduklarını bilmiyordum fakat etrafa pozitif enerji saçıyorlardı ve bu enerji sayesinde kendimi güvende hissediyordum

"Rüya görüyor olmalıyım!" Huzurlu bir şaşkınlık vardı sesimde.

"Aramıza hoş geldin, koruyucu." Dedi alaydan uzak tonlamasıyla.

"Ruhlar seni selamlamak istiyor." Diye devam etti. Başkasıyla mı konuşuyor diye önce sağa sola bakındım ama benimle konuştuğunu biliyordum. Ruhlar? Ben? Selamlamak? Koruyucu? Kafamda bin bir tane düşünce ve soru uçuşuyordu ama aynı zamanda da beynim donmuş gibi hissediyordum.

Yine usulca kafa salladım.

Sen kimsin?

Burası neresi?

Gerçek ruhları mı görüyorum?

Ölülerin arasında mıyız?

Kesinlikle rüya görüyor olmalıyım çünkü bunun gerçek olabilmeli ihtimali yok. Ve rüyamda beni biriyle karıştırıyor olmalılar. Koruyu falan da değilim zaten. Koruduğum hiçbir şey yok. Daha kendimi bile koruyamıyorum nasıl koruyucu olabilirim. Ama rüyada bile olsam ruhlarla(!) tanışmak istiyorum. Burada hissettiğim huzuru kaybetmek istemiyorum, keşke hep burada kalıp huzurla yaşayabilseydim.

Avuçlarımın içine koyulan bir şey ile düşüncelerim bölündü. Bakışlarımı ellerime çevirdiğimde üzerinde özenle oyulmuş bir sürü detaylarla dolu gümüş bir kadeh gördüm. Sonra bana bu içeceği veren kişiyi görmek için bakışlarımı karşıya çevirdiğimde, karşımda benimle aynı kadehi tutan bir ruh duruyordu. Duruyordu sadece karşımda, konuşmuyordu. Aslında konuşamıyordu çünkü ağzı yoktu fakat içeceği içmemi istediğini hissediyordum. Birbirimizin gözlerine bakarak aynı anda kadehlerimizi kaldırıp birer yudum aldık.

Kulağımın dibinde o ipeksi sesi duydum.

"Bu bir hataydı." Diye usulca, alaycı bir şekilde fısıldadı. Bir gelip bir gidiyordu sürekli. Her seferinde de aniden gelişiyle şaşırtıyordu beni.

Neden hataydı diye düşünmeye fırsat kalmadan başka bir ruh geldi. Bu seferkinde kocaman kırmızı bir elma vardı. Elmalı elime aldığımda aklıma pamuk prenses masalı geldi. Kendi kendime gülümserken

"Zehir falan yok değil mi içinde?" diye kendimce komik olduğunu düşündüğüm bir şaka yaptım. Daha cümlemi bitiremeden karşımdaki ruh ağlamaya başladı. Ben daha neden ağlamaya başladığını anlamamışken, o ağlama şiddetini her geçen dakika artırıyor. Yükselen ağlama sesiyle birlikte gözyaşları da zemini kaplıyordu. Ağladığına mı şaşırsam, nasıl bu kadar gözyaşı üretebildiğine mi şaşırsam karar veremiyordum. Şaşkınlığımı üzerimden atmaya çalışıyorken bir yandan da;

"Lütfen artık ağlama. Bu sadece bir şakaydı. Şaka nedir biliyor musun? Bazen insanları, şey yani ruhları, yani şey başkalarını güldürmek için doğru olmayan şeyler söyleriz. Hem bu bir masal, pamuk prenses, hani prenses zehirli elmayı yiyor bayılıyor, bilmiyor musun önemli değil. Çok özür dilerim. Lütfen üzülme artık" Vesaire gibi saçma sapan şeyler söylüyordum. Ben konuştukça ruh daha çok ağlıyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım bende ağlamaya başlayacaktım neredeyse. Çaresizce debeleniyordum.

"Ye artık şu elmayı Layla!" derken sesinden gülümsediği belli oluyordu. Şaşkınlığım onu eğlendiriyor olmalıydı. Ruh ne yaparsam yapayım sakinleşmiyordu. Sonunda elmayı elime aldığımda bir anda ağlamayı kesip beklentiyle bakan gözlerini bana dikti. Fakat yüzünde her an ağlamaya başlayacak bir ifade vardı. Ben de onun gözlerine bakarak elmayı ağzıma götürüp kocaman bir ısırık aldım. Isırığımla beraber gülümsemeye başladı. Ben de gülümsüyordum. Sonunda onu mutlu edebilmiştim. Neşeyle dans etmeye başladı ve dans ederek uzaklaştı yanımdan. Sonra başka bir ruh hediyesiyle geldi. Artık ne hata yaptığımı anlamıştım. Birinin hediyesini kabul ettiğim için artık hepsininkini kabul etmem lazımdı.

Derken başka bir ruh geldi. Sonra başka bir hediye, başka ruh, başka hediye, ruh, hediye, ruh...

Aradan geçen onca zamanın ardından hava aydınlanmaya başlamıştı. Zaten bende herkesin hediyesini kabul ettiğim için nefes alamayacak kadar dolu ve yorgun hissediyordum. Bunca karmaşa arasında zamanın nasıl geçtiğini bile fark edememiştim.

"Vakit doluyor, artık evine dönme zamanı "

"Ama henüz hiçbir şey bilmiyorum." Diye cevap verdim. Burada geçirdiğim onca zamana karşın hala nere, kiminle, ne yaptığıma dair en ufak bir fikrim bile yoktu.

Bana şefkatle bakan gözlerini gördüğümde beni anladığını biliyordum.

"Tatlı rüyalar koruyucu." Diye o çekici, ipeksi sesiyle fısıldarken altın rengi tozların yavaşça etrafımı sardığını görüyordum ve kendimi oldukça bitkin hissediyordum. Müziğin sesi git gide uzaklaşmaya başladı. Onun sesi ise beynimde yankılanmaya devam ediyordu.

"Tatlı rüyalar koruyucu" Göz kapaklarım giderek ağırlaştı. En sonunda dayanamayıp kendimi karanlığın huzurlu kollarına bıraktım.

* * *  

Yine aynı yerdeyim.

Saçlarımın arasından geçen rüzgarın serinliğini hissediyorum. Tepesinde durduğum binadan her şeyi oldukça yüksekten görebiliyorum. Rüzgarla birlikte savrulan saçlarım gibi savrulan hayatımı düşünüyorum. Şimdi buradan atlasam, şimdi, şuracıkta ölsem, yokluğum fark edilir miydi?

Varlığım fark ediliyor muydu?

Varlık neydi?

Yokluk... Yokluk ne de huzurlu hissettiriyordu.

"Ne anlamı var?" diyorum. Bakışlarımı yönelttiğim boşluk, kendi içimdeki gibi yönünü kaybetmiş değildi.

Orada olduğunu biliyordum. Benim için beklediğini biliyordum.

"Bulman gereken bu değil mi?" diyor. Sesindeki şefkat tınısı beni her daim sarıp sarmalıyor.

Elimi boşluğa doğru uzatıyorum, ona ulaşmak istiyorum.

Şiddetini artıran rüzgarı bütün vücudumda hissederken, onun çoktan gitmiş olduğunu biliyorum.

Kıta KoruyucularıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin