Yanlış Yol

453 51 54
                                    

    Önümdeki dosyaları incelerken yanındaki sandalye gürültülü bir şekilde çekildi ve kim olduğu konusunda çok da tereddüte düşmeyeceğim kişi oturup arkasına yaslandı.

  Başımı o yöne çevirmeme bile gerek yoktu çünkü o gelir gelmez parfüm kokusu sarmıştı etrafı. Çok ağır olmayan ama hoş bir erkeksi kokusu vardı. 

Derin bir of çekip arkamı döndüm ve kalçamı masaya yasladım. Sandalyede oturan Cihan'a bir bakış attım. Bana bakmıyordu zaten. Gözü dalmıştı bir yere. Bir şeyi yapmakta tereddüte düştüğünde genelde bu halde olurdu. Uzun zamandır onunla çalıştığım için tanıyordum onu artık. 

Simsiyah giyiniyordu. Siyah bir kot pantolon onun da üstüne dışarının bu soğuğuna tezat siyah bir tişört gitmişti. Siyah saçlarını jöleyle kaldırmıştı. Sanırım uzun zamandır tıraş olmuyordu. Sakalları uzamış kemikli çenesini kaplamıştı. Mavi gözlerinin etrafı kızarmıştı. Ben burada sabahladıkça o da benle kalıyordu.

Sessizlik canımı sıktığı için ilk konuşan ben oldum. "Bulamıyorum. Ne bulsam elinde koz çıkarabilecek kadar başka bir güçle döner. Ne yapmam gerekiyor? Başım çatlayacak düşünmekten." diye yakındım.

Gözleri bir süre daha sabit kaldı daldığı noktada. Sonra yavaşça bana döndü. Göz rengi o kadar açık bir maviydi ki korkutucu duruyordu bazen. Bilhassa da bana patlayacağını anladığımda.

"Yeter artık." deyip sinirle ellerinin arasına aldı başını. Baş parmaklarıyla şakaklarını ovdu. "Yine başlama." deyip kolumu kaldırdım ve saatime baktım. Saat dokuza geliyordu. Sıkılganca yerimde doğruldum ve kahve almaya gittim.

Döndüğümde Cihan'ın dosyaları toplamaya başladığını gördüm. Kaşlarım anında çatıldı. Sinirle toplamaya çalıştığı ve toparken de karıştırdığı dosyaları ondan kurtarmak istercesine kolundan tutup çektim onu. 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye bağırdım. Sürekli bunu yaparak beni vazgeçirmeye çalışıyordu. Bağıracaktı yine. Herkesi başımıza toplayıp onlarca nasihat ortasında kalmamama neden olacaktı. 

İşlerin uzamasına yol açıyordu. Yaygara çıkmasın diye buradan gidebilirdim ama bu dosyaları burada bırakırsam hepsi yakılıp yok edilirdi. Bu kadar ilerlemişken bu çok kötü olurdu. Çözebilirdim. Bulabilirdim. Bir yolu elbette olmalıydı. 

Sanki tüm sinirimi ondan çıkarmak ister gibi ona döndüm bir anda. Şu an susmak istemiyordum. İçimdekileri kusmalıydım. Canımı yakıyorlardı. Ben de onların canını yakmalıydım. 

"Kendi işine bak. Senin aksine ben corona olmasına rağmen kahveye kaçıp okey oynayan aptal dedeleri yakalamayı marifet bilip kendimi aptalca çok iyi bir polisim diye tatmin etmiyorum." 

Sözlerim onu dumura uğrattı. Mesleğine ne kadar önem verdiğini biliyordum ama o da bunu biliyordu. Benim de ne kadar önem verdiğimi, bir şeyleri başarmak istediğimi, bir amacım olduğunu biliyordu. Sürekli aşağılamalarına maruz kalıyordum. 

Uzun zamandır sadece mafyalar üzerine çalışıyordum. Bu tarz örgütlenmeleri durdurmak adına çalışıyor ve zor yollardan geçsem de başarıya ulaşıyordum. Şu an üzerinde çalıştığım adam biraz zordu sadece. Hala tam olarak bir çözüme ulaşamamıştım. 

Bu tarz adamlarla uğraşmam hoş karşılanmıyordu. Bir kadın olarak da pek küçümsenmiyor değildim. Evet, oldukça tehlikeliydi. Domino taşı gibi bir yerden vurunca onlarca taş düşüyordu. Durdurdun sansan da devam ediyordu. Polisler tehlikede olsa da ben iki üç kat daha da tehlikedeydim.

"Aptal! Öleceksin. Öleceksin, allahın cezası, Bir gün işler yolunda gitmeyecek senin açından. Biz de yetişemeyeceğiz. Sürekli ucundan yırttığın her şeyi yaşamayacaksın. Kim bilir? Sana hayatının acısını yaşatıp atacaklar seni göl kenarına. Belki yakarlar. Belki bir çöp konteynırında buluruz o aciz bedenini." o kadar yüksek sesle bağırıyordu ki bütün karakol şok olmuştu. 

Defalarca kez tacizden yırtmıştım. Bedenim o ahmakların pis elleriyle kaplıydı. Onları alt etsem de bedenimden silinip ruhuma işleyen o izler hala buradaydı. Bundan etkilenmediğimi dile getirsem de içten içe yaramdı. Kadın olmak zordu. Çok zordu. 

"Bir gün şehit tabutumu taşıyacaksın. Sen başın dik yürü o gün. Çünkü hayatını adalete adamış güçlü bir polis, polisten ziyade güçlü bir kadın olarak anılacağım o gün. Bulduğun o aciz bedenin ruhunun gücünü sakın unutma o gün." deyip onu ittirdim masanın önünden. Dosyaların başına geçtim. Hepsini toplayıp çantalara doldurdum.

Her şeyi alıp çantaya doldurdum ve karakoldan çıktım. Canımı sıkıyordu artık bu olanlar. Daha fazla katlanamayacaktım. 

Dışarı çıktığımda derin bir nefes çektim içime. Burnumun ucu sızlıyordu. Ağlamak istemiyordum. Kendimi telkin etmeye çalıştım. 

 Serin hava saçlarımı havalandırdı. Ceketimi de almamıştım. Hızla arabama doğru gittim ve bindim. Çantayı yan koltuğa bıraktım. Eve gidip hemen kalan ses kayıtlarını dinlemeliydim. Neyse ki dinlediklerimi işaretlemiştim de karışması sorun olmayacaktı.. 

Tam ev yoluna girmişken telefonum çaldı. Zil sesine göre annem arıyordu. Önemli kişilerin zil sesleri farklıydı. Bakmasam da kim arıyor anlayabiliyordum. Aracı sağa çekip telefonu açtım. Annemin telaşlı sesi doldurdu kulaklarımı. "Mihri! Mihri dükkan yanmış." dedi acıyla. Babam. Babama babasından kaldığı için çok değerliydi orası. Yine kozu ailemden oynuyorlardı. 

Sıkıntıyla bir nefes verdim. O sırada karşıdan gelen siyah bir araba tam aracımla burun buruna gelecek şekilde durdu. Belli ki Ankara'ya deniz bana huzur gelmeyecekti. "Ben seni sonra ararım." deyip hızla telefonu kapattım. 

Yanımdaki çantayı alıp koltuğun gizli bölümüne koydum. Camlar filmli olduğu için göremezlerdi zaten. 

İşim bitince sırtımı koltuğa yasladım ve karşımda duran aracı izlemeye başladım. Bir süre daha camlı film olmasına rağmen arabaların içini görürmüşçesine camdan karşı araca baktık iki taraf. Sonunda ilk hamle karşı araçtan geldi. Sürücü koltuğunun arkasındaki kapı açıldı ve içinden iri yapılı bir adam çıktı. Sanki ciddi bir konuşma yapacak gibi ceketinin düğmelerini ilikledi ve hafif öksürdü. 

Sonra bana bakıp araca doğru yürümeye başladı. Sürücü kapısına geldi. Vücudumu hareket ettirmeden sadece boynumu döndürdüm ve camdan görünen adama baktım. 

Cebinden bir kağıt çıkardı ve camıma yasladı. Adamın gözlerinde olan bakışlarım cama yasladığı kağıda kaydı. Kağıtta yazanları okuyunca ufak çaplı bir şok geçirdim. 

"O güzel burnunu her boka sokma artık."

Yüzümü ekşitip adama tekrardan baktım. "Kaya abimin selamı var." dedi ve sırıttı. Hafif bağırdığı için duyabilmiştim dediklerini. 

Ekşittiğim yüzüm gerildi bir anda. Ardından kaşlarım çatıldı. Bu iş fazla uzamıştı. Bir de dalga geçiyordu benimle. 

Adam cama yasladığı kağıdı bıraktı ve yere uçmasına izin verdi. Ardından hızlıca indiği araca doğru koştu ve bindi.  O biner binmez araç geri geri gitti ve gözden kayboldu. 

Onlar gidince rahat bir nefes aldım. Araçtan çıktım sonunda. Sertçe kapıyı kapattım. Sinirle yere bakmaya başladım. Yere bıraktığı kağıdı armaya başladım.  Hava rüzgarlıydı evet ama burası kuytu olduğu için kağıdın çok uzaklara uçtuğunu düşünmüyordum. 

Sonunda kaybolmadan fark edebildim. Birkaç metre ötede yerde duruyordu. Koşarak oraya gittim ve eğilip kağıdı yerden aldım. Kağıdın yüzünde şu aptal burun muhabbeti duruyordu. Kağıdı ters çevirdiğimde asıl olayın ne olduğunu anladım. 

Bir çıktıydı bu. Bir resmin çıktısı alınmıştı. Siyah beyaz bir fotokopi olduğu için resimde olan mekanı anlamakta zorluk çektim ilk. 

Ardından Mersin yolunun orada olan ıssız bir köy olduğunu anladım. "Nerden anladın?" dediyseniz diye belirtiyorum: Burası benim depomdu. Gizli belgelerimi, önemli her şeyi koyduğum yerdi. Bir nevi benim sandığımdı. 

Yalnız kapısının kilitli olması gerekiyordu. 

Resimde kapı açıktı. 



Zehir (+18)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin