Ölüler ağlamaz dostum, ölüler geç kalmışlık kanarlar...
-
Çıplak ayaklarını betondan zemine değdirmesiyle bütün bedeni titremiş sonraki adımlarıyla beraber yavaşça alışmıştı.
Ellerini iki yana açtı, onun tabiriyle 'Karanlık sabah' saatleriydi... Mavimsi gece lambalarına bir bakış atıp maviye çalan beton zeminlere çıplak ayaklarını hızlı hızlı vurarak kocaman avluda lambaların arasından geçerek koşmaya ve kahverengi kıvırcık, her zaman dağınık ve dolaşık olan saçlarını savurmaya başladı.
Beyaz, uzun ve ince, bir omuzundan düşen, belirgin köprücük kemiklerini belli eden; hafif esmer tenine avlu lambalarının beyazımsı, mavi ışıklarının vurduğu tişörtünün; uçlarından tutup bir çırpıda çıkardığı gibi beton zemine fırlattı.
Tenini dondurucu soğuğun ellerine verirken vücudunun uç kısımlarının ve eklemlerinin kırmızı renge dönmesine izin verdi... Kollarını iki yana açıp başını arkaya eğdi ve soğuk havayı birden ciğerlerinin en derinine çekerek yakıcı soğuğa kendini sevişircesine verdi.
Nefesini verirkenki 'Hoo' sesi koca avluda yayılırken beyaz bir sis gibi havaya karıştı...
Birden kulaklarına çarpan robotumsu sesle arkasını döndü. Ses uzaktaki büyük ekranın bulunduğu yerden geliyordu.
Hızlıca yerden beyaz tişörtünü alıp koşar adımlarla oraya ilerlerken çıplak ayakları her beton zemine basışında yanarmış gibi soğuğa çarpıyordu. Sonunda ekranın önüne geldiğinde insanlardan uzakta, mekanın en arka köşesinde, nefes nefese bir şekilde, elindeki tişörtü tutarken ekranı izlemeye başladı.
Ekrandaki haber bu sabah genç birinin öldüğünü söylüyordu.
Az sonra ekranda sandalyede yüzü seçilmeyecek şekilde başı eğik vaziyette oturan bir çocuk belirdi. Yandan bir elin onu dürtmesiyle konuşmaya başladı.
"Merhaba.
Ben Jeon Jungkook, jeon ailesinin son çocuğuyum ve 19 yaşındayım.
Az önce öldüm ve sebebi bir hapla intihar etmem... Ama şuan iyiyim atalarım beni teselli etti."Çocuk kafasını sağ tarafa çevirip ekranın görünmeyen kısmına baktı. Sessiz bir şekilde konuşmaya gayret etsede sinirli sesi ekranda duyuldu.
"Başka bir şey söylemek istemiyorum!"Ekranı izleyen her ağızdan bir ses çıkıyordu, her zamanki gibi.
'Bak işte! O da intihar etmiş.'
'Ataları kesin utanıyordur.'
'Ona bunu yaptıracak neler yaptılar acaba? Cani aileler!'
'Geçliğe ne oluyor böyle?'
'Onları biz düzeltemeyiz ki... bu ailelerin suçu!'
Beyaz, elinde pörsümuş tişörtünü tutan çocuk kafasını ekrandan çekmeden elini oraya doğru uzattı.
"O... Benimle yaşıt."Birden tişörtünü üstüne bir hışımla geçirmeye çalışarak avlunun çapraz yönüne koşturmaya başladı.
Kısa ve soğuk bir koşturmanın ardından her zaman geldiği, büyük ekranın hemen köşesinde kalan, kocaman arşiv binasının önünde durup saçlarını parmaklarıyla tarayıp biraz geriye attıktan sonra merdivenlerden çıkarken bir kaç düşüşten sonra dönen kapıdan içeriye girdi.
Bir düzine odaların ve sıralı bölümlerin önünde, her gün bu genç ama yaralı ruhla dolaştığı gibi koşuşturarak mavi ışıklı, beton ana mekandan çekim odasına bir gürültüyle daldı.
Çalışanlar ona bir bakış attıktan sonra onu tanıyıp bu ani girişlerine alıştıkları için önlerine geri döndüler.
Çekim odasının sonuna doğru olan yerdeki bölmelerden açık kapısı olan yere giderek kapının yanındaki ince, duvar görevi gören şeye dayandı ve konuşulanlara kulak misafiri oldu.