Ellerini pantalonunun cebine sokmuş küflü binada tur atarken köşelerden birinde usulca keman çalan genç bir adamdan gözünü çekmeden kemanıyla çaldığı şarkının melodisini bir yerden hatırlamaya çalışıyordu ama sorun şuydu ki sadece çalışıyordu çünkü adam sanki kendi ruhunun şarkısını çalıyor adeta dans eder bir tonda hareket ediyordu...Ahşap, siyah keman sanki eski, tozlu ve bir o kadar muntazam bir şekilde yaşanmış bir öyküyü anlatıyordu...
Aynı zamanda kabuslarla dolu bir aşk hikayesinin zindanlarda çürümüş hikâyesini ilmek ilmek tablosuna işleyen bir ressamın öyküsünü çığlık çığlığa bağırıyordu bu pejmürde keman...
Bu adam sanki ruhunu kemandan binanın ne zaman atıldığı bilinmez temellerinin sarsılmasına izin verir gibi akıtıyor kimin dinlediğini umursamaz biçimde oturduğu yer koltuğunda gözlerini yumarak tutkusunu içine çekiyordu...
Ama Jungkook'un asıl orada dikilip izlemesinin sebebi daha merağını cezbeden bir şey vardı... Ruhunu kemana teslim etmiş adamın önünde betona oturarak onu dinleyen tek bir kişi...
Neden adamın önünde kimse yokken, o orada pür dikkat bir halde onu dinliyordu?
Her zamanki gibi beyaz uzun tişörtü vücudundan çıkmak ister gibi yayılmış ve saçları hiç dokunulmamış gibi kabarık ve dolaşıktı.
Aslında Jungkook'un uyuyamadığı için yapacak başka işi yoktu. Bu yüzden kemanın içini zonklatan cinsten acı tonlarının eşliğinde uzaktan o çocuğu seyrediyordu.
Sanki bu çocuk ona benziyordu... Jungkook'u ona çeken bir şey vardı.
Birden çocuk oturduğu yerden kalktı. Jungkook onu görmesin diye arkasını dönerek göz ucuyla ona baktı, adamın önüne ne olduğunu anlamadığı bir şey bıraktıktan sonra insanların arasından koşturarak görünürden kaybolmuştu.
Jungkook panikle etrafına bakındığında onun gittiği yönden dışarıya çıkmış olabileceğini düşünüp bir kaç adımda binadan çıkarak bir sağa bir sola bakındıktan sonra onun çökmüş evlerin arasından bir yere giren suiletini gördü.
Bir koşu onunla aynı sokağa daldıktan sonra düz bir şekilde ilerlerken onu kaybettiğini fark etti. Elini alnına koyarak ilerlerken sağa doğru baktığı sokakta o beyaz görüntüyü gözleri seçti, oda sokağa girdi ve o evin önünde durdu.
İki katlı ev eski püsküydü ve toz bulutları arasında renginin lacivert olduğunu zor çözmüştü, bazı ahşap yerleri kırılmış ve yeri boylamış bir şekilde toprağın üstünde duruyordu.
Verandasına merdivenlerden çıktı, yanda yere serilmiş bir sürü yastık ve üzerindeki yorganları gördü, sol tarafında ise yığılmış esyalar düzinesi vardı.
Evin kapısını yavaşça ittirmesiyle gelecek kahkaha seslerine hazır bir şekilde gözünü kapatıp ellerini kulaklarına koymuştu ki-
Hiç bir ses çıkmadı, tamamen ölüm sessizliği hakimdi...
İçeriye adımını atıp zemini gıcırdatmamaya çalışarak etrafa göz gezdirdi. Duvarlarda mavi lacivert renkli lambalar kare şeklindeki holu yarı aydınlatıyor yarı karanlıkta bırakıyordu, bir lamba sürekli yanıp sönüyor hole ürkütücü bir ahenk katıyordu. Yer gri, bazı yeleri küflenmekten siyahlaşmış ahşaplarla döşeliydi, bazıları kırık ve çatlaktı.
Merdivenlerin yukarısından duyduğu ses üzerine yerin ahşaplarına dikkatlice basarak yukarıya çıktığında bir kaç odanın kapıları arasında en köşedeki aralık olan kapıya yaklaşarak içeriye baktı.
Buradaydı. Yatağının önünde yan dönmüş bir şekilde belden yukarısı çıplakken karnındaki ve göğüsündeki morlukları inceliyor arada baş parmağını bastırıp küçük küçük inliyordu.