-III-
Gemiyi yaklaştığımız kıyıya demirledikten sonra kıyıya çıktık. Güneş tepeye varmıştı. Bu adanın havası oldukça nemliydi. Karşımdaki manzara büyüleyiciydi.
Orman yemyeşildi. Her yerden ağaçlar ve otlar fışkırıyor, değişik kuş ve böcek sesleri geliyordu. Denizden esen tuzlu rüzgârı arkamıza alarak yürümeye başladık. İkimizden başka kimse olmayacaktı. Bir sorunla karşılaşırsak işaret gönderecek ve yardım bekleyecektik. Yanımıza aldığımız mataraları boynumuzdan geçirip yan bir şekilde astık. İlerledikçe elimdeki çapayla yürümemizi engelleyen otları kesiyordum. Buralar gün ışığı giremeyecek kadar gölgeyle kaplanmış olsa da adanın havası yüzünden terlemiştim. Terim soğudukça cildim daha da yapış yapış oluyordu. Bir süre sonra dayanamayınca üzerimi çıkardım ve sadece altımdaki şortla kaldım.
Dayanamayacak gibi olduğumuzda bir ağaç gövdesine yaslanıyor, nefeslenip suyumuzu içtikten sonra yolumuza devam ediyorduk. Bir molada Sokka da üstünü çıkardı. Esmer teni terle kaplanmıştı ve bu gölgeliğe rağmen parlıyordu. Saçlarını tepesinde bağlamış, elinde tuttuğu torbaya birkaç palmiye ve palamut doldurmuştu. Nefesim normale dönene kadar durduğum yerde Sokka'yı gözlediğimi fark etmemiştim bile. Bir ara torbayı taşımayı teklif ettim. Torbayı elime tutuşturup çapayı elimden aldı. Kısa bir bakış atıp Devam edelim, dedi ve önden yürümeye başladı.
Elimizdeki haritaya göre ormanın merkezine yaklaşmaya başlamıştık. Havadaki sıcaklık arttığından hayvanların çoğu serin yeraltına yuvalarına gizlenmiş, öğle uykusuna dalmıştı. Ayaklarımın tabanı yanıyordu ve suyum bitmişti. Sadece nefes alış verişlerimizin ve adımlarımızın sesi duyuluyordu.
Bir çıtırtı duyduk. İkimiz de yürümeyi kestik. Ağaç gövdelerinin arasından boyu üç metreyi bulan, siyah kıllarla kaplı bir canavar çıktı ve bağırmaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim. Bende hiç silah yoktu. Sol elimle mataramı sıkıca kavramıştım, sağ elimdeyse torba vardı. İkimiz de gerilmiştik ama Sokka benden daha rahat duruyordu.
''Sakin ol Hei Bei. Beni tanıdın değil mi? Ben Sokka. Avatar'ın arkadaşıyım.''
Bu söyledikleri canavarı hiç de yatıştırmışa benzemiyordu. Canavar üstümüze yürümeye başladı. Başka yapabilecek hiçbir şey aklıma gelmiyordu. Torbayı yere düşürdüğüm gibi ellerimin arasında küçük bir ateş oluşturdum. Canavar eğer bize saldırırsa başka ne yapardım bilmiyordum.
Ateş küçücük olmasına rağmen canavarın dikkatini çekti. Canavar çıldırmış gibi bağırmaya ve acı çeker gibi sesler çıkarmaya başladı. Sokka bana döndü. O ateşi görmemişti.
''Zuko, torbayı yavaşça yanıma getir.''
Korkuyordum. Elimde ateşimden başka bir silahım yoktu ve onu bu ormanda kullanamayacağımı bilmiyordum. Canavarın sesleri içimde bir yerleri bulup suyunu çıkarmak ister gibi sıkıyordu sanki.
''Zukoo!''
Sokka bağırıyordu. Dizlerim uyuşmuştu. Yanına gidemiyordum. Vücudum iyice susuz kalmıştı, ateşi oluşturmak da buna tuz biber olmuştu.
Dayanamayıp dizlerimin üstüne çöktüm. Hızla nefes alıp vermeye başladım. Sokka bendeki değişimi fark edip çevik adımlarla yanıma geldi. Torbadaki bambuyu çıkardığı gibi canavara doğru dönüp, elinde meşale taşır gibi ona göstermeye başladı.
''Bir şey yok Hei Bei'cik. Bak sana ne getirdim.''
Sokka çok sakindi. Hatta halüsinasyon gördüğümü düşünmesem, onun neşeli olduğunu bile söyleyebilirdim. Böyle bir savaşçı ruhu. Soğukkanlı, ne yaptığını biliyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavi Ruh ~ [Zukka]
FanfictionZuko'nun saçları uzamıştı ve onun saçlarını sadece Sokka kesebilirdi. 🐼