VII - VIII

156 18 3
                                    

-VII-


Aang'in ve Katara'nın da olduğu bir gemiyle ve yanımıza aldığımız sandıklar dolusu hediyeyle Kuzey Su Kabilesi'ne ziyarete gittik. Artık yaz bitmişti, sonbaharın başlangıcıydı. Savaşta açılan yaralar sarılmış, kabuk bağlamıştı.

Tekrarının bir daha olmayacağını bilerek gidiyordum. En azından ben yaşarken böyle bir şey olmayacaktı.

Oraya gidip dostça karşılandığımız gün, Amiral Zhao'nun sebep olduğu tüm yıkımın toparlandığını ve şehrin yeniden inşa edildiğini gördük. Buraya ilk ve son gelişimde gece olduğu için pek dikkat edememiştim. Ama beyaz buzla mavi suyun uyumu şehre huzur havası getiriyordu. Şehir genel olarak çok taze kokuyordu.

İnsanları masmavi giyiniyordu. Talim alanında erkeklerin ve kızların su bükme dersleri aldığını gördüm. Bize sarayları ve görülmeye değecek her yeri gösterdiler. Onlara, ayın ve okyanusu ruhunu ziyaret etmek istediğimi söyleyemedim. Hem utanıyor hem de olanlardan sonra hâlâ rahat davranamıyordum.

Gece olup ziyafet bittikten ve herkes odasına çekildikten sonra, oraya gitmek üzere yola çıktım. Daha öncesinde de küçük gölcükleri kullanarak yeraltı sularından oluşmuş bir labirenti keşfetmiştim zaten. Bulabileceğimi düşünüyordum.

Çok da uzun sürmedi. Yolu hatırlıyordum. Tam da burada Katara'yla dövüşmüş ve Aang'i kaçırmıştım. İçeri girer girmez tanıdık ama bir o kadar da uzak bir hava sardı bedenimi.

O anda adrenalinden anlayamadığım güzelliklerle çevriliydi etrafım. Hayatlarında bir kez bile toprak görmemiş insanlar dışarıda hayatlarına devam ederken, burada, bir bahar havasıyla bezenmiş bir göl bulunuyor, çevresi yumuşacık ve yemyeşil çimenlerle dolu bir alanla halkalanıyordu.

Ağaçlar bile çok huzurlu görünüyordu. Etraf ise çok sessizdi. Hem bu kadar canlı olan hem de nefesini tutmuş gibi bulunan bir yerde daha olmamıştım. Sanırım bu huzurun etkisiydi.

Yumuşacık hava beni hemen esiri altına aldı. Dizlerimin üstüne çöküp yin-yang balıklarını izlemeye başladım. Başlarının üstünde birbirlerinin zıttı olan iki renk vardı: siyah ve beyaz.

Birbirlerinin peşlerinde tek bir tökezleme ve ayrılık olmadan sürükleniyorlardı. Tek yaptıkları bu gibi düşünüyordum. Yaşadıkları ve sonsuza kadar da yaşayacakları her an birbirlerinin peşinden sürüklenecek, birbirlerini itip çekecek ve ayrılmayacaklardı.

Ama bir süre sonra yaptıkları şeyin sadece birbirlerini takip etmek olmadığına dair bir his doğdu içime. Onlar aslında birbirlerini bırakamıyorlardı. Birlikte olmak kadim zamanlarda yazılmış bir kaderdi.

Ben onları hipnoz olmuş gibi izlerken balıkların arasından bir ışık huzmesi yukarı, ayın olduğu yöne doğru yükseldi.

Karşımda elbisesi içinde, bembeyaz saçları omuzlarından şelale gibi dökülen, mavi saçlı bir kız gördüm. Daha doğrusu bir prensese benziyordu.

''Beni tanıyor musun?''

''Hayır.''

''Ben Yue, ayın kaybettiği ruhunu ondan on altı yıl önce nasıl aldıysam ona öyle iade ettim. Sizin geldiğiniz ve ayı öldürdüğünüz gün.''

Zhao'dan bahsediyordu. Kaygı ve üzüntüyle başımı önüme eğdim. Utanıyordum.

''Bu ikimiz için de zordu ama bu benim halkım için yaptığım bir fedakarlıktı. Hiçbir saniyesinden pişman olmadım Kral Zuko. Ve Sokka'yı serbest bıraktım.''

Mavi Ruh ~ [Zukka]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin