jeongin'e göre huzur, kesinlikle sevdiği bir şeyi saatlerce izlemekti. küçüklükten beri hobi edindiği bu kaykayı ile skate-parka gelmiş, arkadaş grubuyla eğlenenleri veya kaykay sürenleri büyük bir mutlulukla izliyordu. üzerine oturduğu kaykayı ile çenesini kollarıyla birlikte dizinde sabitleyerek etrafı inceliyordu.
tek olması onun açısından sorun değildi, jeongin mutlu olmak için birilerine ihtiyaç duymazdı zaten. kendi eğlencesini kendisi yaratıyor veya bulabiliyordu. aynı, şu an yaptığı gibi hiçbir zahmete girmeden anın verdiği heyecanla insanları seyrediyordu.
"hey! bize katılmak ister misin?"
tanımadığı birisi nefes nefese kalarak yanına ulaşırken ardından bu soruyu yöneltmişti. jeongin karşısındaki bu çocuğu baştan aşağı süzerek teklifini düşünmeye başladı. reddetmek için hiçbir sebep göremiyordu. jeongin yavaşça oturduğu yerden ayaklandıktan sonra üstünü düzeltip kaykayını alarak karışısında dikilen çocuğu seyretti.
"2-3 kişiyle içmek sıkıcı olur diye düşündük, ayrıca dışarıdan yalnız takılıyor gibi gözüküyordun. bir sorun yok değil mi?"
tabii ki bir sorun vardı. ama jeongin bunları görmezden gelip, kafasına takmadığı sürece yaşadığı şeyler ona göre 'sorun' olmaktan çıkmıştı. sakin bir tavırla sırıtarak genç oğlanı cevapladı. "yok, gidebilir miyiz artık?"
"tabii ki."
-
hava çoktan kararmıştı, gökyüzünün güzelliğini belirgin yıldızlar tamamlarken jeongin yarı sarhoş bir şekilde gökyüzüne dikkat kesilmişti. yuvarlak masa da bir günde tanıştığı kişilerle yemek yemiş ardından onlarla delicesine içki içmeye başlamıştı.
hafiften midesinin bulandığını hissetti jeongin. bunun birazdan geçeceğini düşünerek derin nefesler alıp yavaşça yere çöktü. hemen yanında duyduğu kahkaha ve yoğun küfürlü sohbet mide bulantısını şiddetlendirirken onlara yukardan ufak bir bakış attı. masada yemek yiyen gençlerin dikkatini jeongin çekerken aralarından biri endişelenerek yanına gelmiş ve sırtını sıvazlamıştı.
"hey, eve bırakmalı mıyız onu?"
"bu sorumluluğu alamam, zaten eve gitmem lazım birazdan."
"siktir ya! keşke hiç teklif etmeseydim o zaman... hey! iyi misin?"
pişmanlıkla jeongin'e seslenen genç kendine gelmesi için masanın üstünde bulunan su ile yavaş yavaş yüzünü ıslatarak bir umut ayılmasını bekledi. "niye kendinden emin bir şekilde bu kadar içtin anlamıyorum. dayanıklısın sanmıştım bir de..."
jeongin zor güçte olsa ayılırken sayıkladığı ilk şey 'sigara' olmuştu.
"sigara. sigara istiyorum... hyung sigaran var mı?"
kafası öne doğru eğik bir şekilde gözlerini dinlendiren jeongin sigara isterken tanımadığı genç büyük bir bıkkınlıkla iç çekmiş masadaki arkadaşlarından bir dal sigara ve çakmak istemişti.
"al bakalım."
jeongin'e yardım ederek sigarasını yakıp ağzına yerleştirirken diğer yandan ise kendisiyle birlikte jeongin'i ayağa kaldırmaya çalışmıştı. nihayet kendine gelen jeongin yavaş yudumlar eşliğinde sigarasını içip, çocuğa teşekkür etmeyi de unutmamıştı. sendeleyerek duvara dayalı olan kaykayını alıp gitmek için ufak bir veda etmiş, onlardan tamamen uzaklaşmıştı.
zihni her zamanki gibi bomboştu. evde küçük bir kardeşi vardı. bakması, ilgilenmesi gereken kardeşi... fakat bu bile umrunda değildi. ayrıca şu an ki durumunda kardeşine nasıl bakabilirdi ki? kendinden bile haberi yokken kardeşine bakması sorumsuzluktan başka bir şey olamazdı.
"siktir... bok gibi hissediyorum."
jeongin'in kendi kendine mırıldanışları arasında sanki kusacağını hissedecekmiş gibi elini ağzına doğru götürüp kapatması başını ufaktan döndürürken yürümeyi kesip köşede bulunan direğin yanına eğildi. uzun uğraşlar sonucu midesindeki dışarı çıkmak isteyen artığı sonunda çıkararak rahatlamış, elini alnına uzun bir süre dayayıp soluklanmıştı.
arka cebindeki telefonu yüksek sesle çalarken uyuşuk hareketleriyle çıkarmış, yüzünü buruşturarak açmak zorunda kalmıştı. şu an istese kendini yere atıp sabaha kadar uyuyabilirdi. fakat artık gitmesi gereken bir okulu vardı. devamsızlıklarını deli gibi ilk günler için kullanmıştı. sınıf tekrarına kalırsa yine uğraşması gereken bir ton sorumluluk sınavları, tekrardan ayak uydurması gereken yeni bir sınıfı olabilirdi.
"alo..."
jeongin'in sesi varla yok arası çıkmıştı.
"hyung, gelmiyor musun eve? sensiz uyuyamadığımı biliyorsun."
daha öncesinde jeongin her zaman kardeşiyle birlikte uyuyor, uyumadan önce mutlaka kendi hayatları hakkında neler olup bittiğini eğlenerek birbirlerine anlatıyorlardı. fakat şu an ne kardeşine zaman ayırabiliyordu ne de kendisine...
"gelmek üzereyim. yatağa geç sen."
son sözünü söylediği gibi telefonu cevap beklemeden kardeşinin suratına kapatıp dengesiz adımları eşliğinde evin yolunu bulmaya çalıştı.
yavaş adımlarının sonunda nihayet evine vardığında kapıyı dengesizliğinden dolayı sert bir şekilde açmış, sessiz ve karanlık evin yüksek sesten dolayı yankılanmasını sağlamıştı. kaykayını bir yana atarak kapıyı kapatıp ardından bir kilit atmış daha sonra kardeşinin yanına adımlamaya başlamıştı.odasına vardığında küçük kardeşinin arkasına dönük bir şekilde yatakta uyukladığını görünce derin bir nefes alıp durduğu yerde uzun bir süre dikilmiş, sonrasında ise üstünde ki tişörtten kurtulmak için harekete geçmişti.
"abini özledin mi?"
jeongin kardeşinin uyuduğunu bilmesine rağmen kendi kendine konuşmaya başlamıştı. kafası birazcık da olsa gidik olduğu için ne dediğini tam olarak idrak edemiyordu. umursamayarak ortaya tekrar bir soru attı.
"özlemedin demek mi oluyor bu?"
dudaklarında oluşan kısık bir sırıtış ile son anda kararını değiştirerek pencerenin önüne geçmiş, hava almak için camı aralamıştı. geceyi sokak lambaları aydınlatınca ışık olduğu gibi odalarının içine vuruyor, bu jeongin'in, kardeşini rahatça görmesini sağlıyordu.
"kahretsin... keşke hep küçük kalsan. yük olmaktan başka bir şey değilsin."
kardeşi uyanık olsa da olmasa da bunu söylemesi asla umrunda değildi.
jeongin değişen ruh haline göre söylediği sözleri hiçbir zaman ayırt edemezdi. bu da onun bir kötü özelliği olabilirdi. çevresindeki insanları acımasız sözleriyle nasıl kırıyor fark etmesi onun açısından epey zordu.kapanmaya yakın gözleri hemen sağda duran jilete kaydı. hiç düşünmeden jileti eline alırken meydana bileğini çıkardı. acıya müsait olan bedeni fazlasıyla okuldaki zorbalar tarafindan hırpalanmıştı.
jeongin önce koluna ardından küçük kardeşine göz attı. her şeyden habersiz oluşu onu rahatlatmıştı. kimsenin ona engel olamayacağını düşünerek soğuk metali derisine sertçe bastırdı. acıyı hissetmemişti bile. beklemeden ardı ardına delicesine çizikler attı. yine değişen bir şey olmamıştı.
hissedemiyordu.
teninden yavaşça ayrılıp yere damlayan kanı seyretti. derin bir şekilde yutkundu. belki de kendini dünyadan bu şekilde soyutlayabilirdi. bedenini hor görerek, hislerini içinde çoktan bitirerek, ve sevdiklerine durmaksızın zarar vererek...
doğru, etrafta onca zorba varken jeongin'i sadece kardeşi sevebilirdi. jeongin'i bir karşılık beklemeden tek sevebilecek kişi kardeşiydi çünkü...
-
jeonginden cok kardesine uzuluyorum ben aglicam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
really meant | hyunin
Teen Fiction🚫 bu fic kötü alışkanlıklar ve +18 barındırır, ona göre okumanız tavsiye edilir. 🚫 hayatını çoktan kendi kafasında bitiren jeongin ve onu rahat bırakmayan hyunjin.