Masumluğun sessiz çığlıkları arasındayım.

772 85 17
                                    

İyi okumalar 🌻

"Yalnızın hayatını kalabalıklar yaşar. Yalnız ölünce nüfus eksilmez."

Araya derin bir sessizlik girdi. Şu perçemleri alnına dökülmüş olan, sanki biraz evvelki o değildi. Bu ateş parçasına her bakışımda, sanki mutluydum ama sanki mutlu da değildim. Korktuğuma uğrar gibiydim.

Korktuğum hep başına gelirdi zaten.

Derinden bir çığlık kopuyordu. Her şeyin kırılacağından ve beni çıkılmaz uç noktalarına sürüklemesinden korkuyordum. Her şey kırılmadan evvel sayısız gayretlerinden birine daha yaslandım, evimde, odamda yorganımın altında kendimi oraya sığındırdğımı hatırlatmaya çalıştım.

Sinirle karaladım. Dilinden düşeceklere imtiyazı, bakır bir tepside sunulan o esmer şekerin tadı, yâdı yokken. Yası vardı. Birde o ince parmaklarından dökülecek hayali sözleri. Sahi o gördüklerimi şu anda nasıl yansıtabilirdim? Ya da neler hissediyor olduğumu.

En azından beni üryanımdan eden bu yere kadar nasıl geldiğimi? Gelmek istedim mi? Asla. Şu anda bile yerimden kalkmış olmanın, pis ve gürültücü bir tuvalette aynadan kendime bakıyorken bir ucube olduğumu bilerek bakıyordum. Elimde değil, kendimi buraya ait hissetmiyordum. Ben kendimi hiçbir zaman bir yerlere ait hissedemiyordum.

Bir saf eğli çocuk gibi, gitmeyi istiyordum buradan. Bana sürekli bir aptal olduğumu seslenerek, sonrasında anladığım bu gay barından uzaklaşmak istiyordum. İnsanlar, çok fazla insanlar ne halde olduğumu önemsemeden bana bakıyorlardı. Hiçbiri ama hiçbiri nasıl biri olduğumla ilgilenmiyordu, nasıl hissediyor olduğumla en çok? Çünkü ben ağlamak üzereydim. Ağlamak istiyordum.

Savsak adımlarım, kaçmayı istediğim adamın beni arabadan inmem için uyardığı anda bile bileklerine asılıyor olmak kadar utanç duyuyordum. Hayat beni birilerin adanmışlığı veya sığıntısı olarak ayakta tutmaya çalışıyordu. Işıklar yüzüme bir farklı oynuyor ve ben bana bir oyuncak muamelesi yapılmış gibi, kendime bakarken iğreniyordum. İçimi gösteriyordu bu şey. Göğsümü ellerimle kapatmaya çalışıyorum, bacaklarım birbirine kapanıp benim şu acizliğime sığındırdığım bedenimi korumaya çalışıyordu.

Hayatın akışı, çok hızlıydı. Yetişemiyordum. Yetişmeyi hiç istemiyordum.

Kaçmayı istiyordum. Ama gidecek bir yönüm yoktu. Param vardı, ama eve dönecek kadar yeterli görünmüyordu. Hem annem, o bana çok kızardı. Beni böyle görseydi, çok kızardı. Sevmezdi ki öyle şeyleri, bende sevmemiştim. Fakat bay Jeon, sevmişti. Saçlarımı bir çocuğun edası ile taramış, rızasız gönlümün elinden tutar gibi beni gezmeye çıkarmıştı. Lakin getirdiği yer, bir lağım çukuruydu. Babamın ölme sebebi olan ayyaşların yerine benziyordu.

Çok cebelleştim. Ellerimi tuvaletin bataryasına uzatmış, serin suyun titreyen ellerime bir bahane kadar orada ruhumun kirinden, hastalık denilen şeyin oradan süzülüp gitmesini istemiştim. Ama gözlerim, onun akıp gitmesini anlayamıyor ve her giren çıkanın soğuk suyun altına bıraktığım ellerime göz ucuyla bakıp çıkmasını, o korkutucu hisle anlıyordum.

Sonrasında kapı açıldı. Hisseder gibi, nefretim büyüdüğü gibi ona baktım. Beni buraya getirdiği için, ahlaksız oyunlarına beni yeni bir oyuncağı gibi görerek eğlendiği için, daha çok nefret ettim. Ellerimi musluktan çektim. Su kendiliğinden kesildi. Adımlarım, titreyen dizlerimle beni sekteye uğrattı. Konuşmadan bana dik dik baktığını görüyordum. Sözde çok eğlenecektim ben. Sözde!

Fakat daha çok kendisi beni yol boyunca gülerek izlemiş, araçta açtığı şarkılarına gülerek eşlik etmişti.

Şimdi o güleç sesinden bir eser taşıyamayarak, "Bu kadar mızmızlanacağını, çocuk gibi korkup köşelere sığınacağını bilseydim... hiç getirmezdim seni buralara." demişti. Sanki bunu yapmayı ben istemişim gibi bana tavır almıştı.

ruh bahçemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin