Hiçbir yere ait bırakılmadım, kimsesiz kaldım.

721 80 34
                                    

İyi okumalar 🌻

"İnsanlar birbirini sevmekle mükelleftir. Sevgisizlik tüm kötülüklerin temelidir."

Sessizlik.

Kendi içsel dünyamın boşluğunda yaratmaya çalıştığım sadece buydu. Gözüme değmeyen caddenin boş ışıkları, umarsızca yanı başımdan ilerleyen adımlar veya beyhude sarhoşluğun şen kahkahaları. Trafiğin o uzaktan gelen sesi bile iç tırmalıyıcıydı. Bana yoğunluğunun altında ezildiğim o günü hatırlatıyordu.

Dudaklarımdan da tıpkı şimdi olduğu gibi yapay nefesler dökülüyordu. Birbirine kavuşturmaya çakışıyorum, lakin nafile, dişlerim gıcırdıyor ve ellerim yüzümü örtmeye çalışıyordu. Kimsecikler görmesin beni diye. Birileri daha fark etmesin istiyordum çuvaldan başka bir şeye benzemeyen bu aciz bedenimi. Gölgeler üzerime düşüpte, daha da hoplatmasın yüreğimi. Ben yemin ederim, konuşmam. Ben hiç konuşmam ki. Sustum. Hep sustum ve kimseciklere bile anlatmadım.

Maria küserde bir daha güllerini ben severken bana açmaz diye bile anlatmadım. Solmuş sardunyalarıma dahi bile dokunmadım. Onlar hissederdi. Toprak beni hissederse, almazdı bu korkak bedeni bir gün oraya.

Acılar içinde kaldım ben büsbütün ve o gölgenin devleşen sesini bastırmaya çalışıyordum. Bilincim kendimde miydi? Emin bile değildim. Ama kim olduğumu ve nerden geldiğimi biliyordum. Sürücü koltuğunun yanındaki koltukta oturuyordum hemen. Başım pencereye dönüktü. Sırtımı bana acı çektirmeye meraklı o adama dönmüştüm.

Görmek istemiyordum. Ama o kendisini göremediğim gibi inadına kafamın içinde patlatıyor olduğum kendi düşüncelerimin sesine karışarak, "Taehyung iyi misin?" diye sorular soruyor ve ilgi odağı sahiden benim gibi biri olabilirmiş gibi derin nefesler alıp bıkkınlıkla döküyordu ağzından. "Cevapta vermeyecek misin artık bana?"

Dünyanın dışlanmış bir artığıydım. Avuç içlerim sızlıyordu. Derin çizgiler atmayı istediğim yerde, kendimi lime lime ettiğim tırnak diplerim geçiyordu içlerine. Umarsızca göz yaşı döküyor olmaktan, o sesi bir yabancıya duyuruyor olmaktan da ölesiye utanıyordum.

Hasta olanın o olması gerekiyordu? Öyleyse ben niye böylesine dağılıveriyordum? Yoksa benim hastalığım bir başkasından değilde, doğuştan mıydı? Bu dünya beni ölüme çekmek isterken, samimi miydi?

"En azından ağlama." Teskin edici ses, beni daha çok ağlamaya itti. Sarsılmak isteyen omuzlarımı güç bela tuttum. Kızarak, dudaklarımı kanatacağımı bilsemde isirmaya devam ettim. "İnsanlar sana artık o şekilde bakamayacak."

Keşke bana bunun bir garantisini verebiliyor olsaydınız bay Jeon... ama sizde onlar gibi bakmıyor musunuz bana?

"Öyle bakmalarına izin vermeyeceğim tamam mı?" Dedi, sanki içimdeki olağanca mücadeleyi duyarak bana bir cevap sundu. Belki çok az bir süre, karşımdaki onun yansımasını sunan camdan baktım. Bir eliyle direksiyonu tutuyordu ve bakışları, o kısacık sürede tam tamına üç kere kontrol etme amacıyla benim olduğum tarafa dönmüştü.

Usulca eğdim başımı. Göz yaşlarımın yavaşça beni terkediyor olduğunu hissettim. Kizginca akmıyorlardı. Dolmuş ve olması gereken taşkınlığı ile kendilerini gözlerimin içinden intihar ederek atıveriyorlardı aşağıya doğru.

Sonra farkettiğim o evin avlusu göründü. Derin bir nefes alabilmiştim. "Geldik bak," diyordu bay Jeon, ama onunla konuşmayı hiç istemiyordum. Yatağımın altına girip, rafa kaldırdığım sakinleştiricilerimi içerek uyumayı istiyordum sadece.

Arabayı durdu. Kendimi toparladım. Üzerimden ölü terler atmaya devam ediyordu. Kapıyı açtım hızla, bir an önce kaçmalıymışım gibi. Ardımdan, "Bekle," diye seslendi. Müştemilata giden yol kısaydı ve az da olsa, "Taehyung..." diyen sesini algılayabilmiştim.

ruh bahçemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin