Bir fincan kahve, ekmek kokan bir gülüş.

708 73 17
                                    

İyi okumalar 🌻

Umut; yarı zamanlı ve yarıdan da az bir nefes alma ile rûhuma işliyordu. Adımlar küçülüyor, takipler artıyor ve bedenim bir gölgesinin uzantısı gibi yürüyüp gidiyordu. Korku vardı, korku her yerdeydi nitekim. Ben bunun sağ uzantısından nasıl sağ çıkacağımı bilmiyordum. Küçük bey'in sağ elimden tutarak beni büyük bir eve getirmesinin yarattığı o buhran hali bile hatırlamış değildim.

Ama önümdeki gözlerim. Nasıl olduğuyla ilgilenemiyordum. Neden olduğu ile? Ben, ölmek istiyorum, bu düşünce beni korkusuz kılıyordu. Kendimi kandırıyorda olabilirdim. Bir insan darbe almaya başladığı birine tekrardan nasıl güveniyorsa, çelimsiz, benim gibi biri nasıl olurda onun kollarının arasından çıkarak ve ısrarla peşinden gelerek özür diliyorsa, sanırım bende bu davranışla veya gidecek bir yerimin olmamasından kaynaklı, tek tanıdık yüz o diye kabul ediyordum bu peşkeş ve peşin sıra ilerleyen bu yolculuğu kabulleniyordum.

Hata ettim, gitmeliydim diyordum. Ama beni çok zor bir soru bekliyordu. Nereye? Gibi. Öz annem kapı dışı etmişti. Sokak kedisinin bile annesi, biri el sürse cırmalardı her bir yanını, peki benim annem niye tüm tırnaklarımı

Hata ettim, gitmeliydim diyordum. Ama beni çok zor bir soru bekliyordu. Nereye? Gibi. Öz annem kapı dışı etmişti. Sokak kedisinin bile annesi, biri el sürse cırmalardı her bir yanını, peki benim annem niye tüm tırnaklarımı yüzüme yüzüme serpiştirmişti?

Yoksa dudağımda kurumuş olan kan, hastalığımdan çıkan ilk tat mıydı? Sevgisizlik kan gibi mi kokardı? İnsanlar ne ile iyileşirdi? Sevgi ile mi? Peki o duygu nasıl bir şeydi? Daha önce yaşamış mıydım? Yaşadıysam, hangi zamanda? İnsan aç kaldığı duyguyu iyi hatırlamaz mıydı?

Ben neye açtım öyleyse Maria, açılmış bir iri yaprağına mı? Senin sessizliğinde kendim için yarattığım o sevgiye mi? Maria, sahiden senin şu dünyaya tutunarak yaşamaya değer gördüğün kadar güzel mi bu dünya? Zaten sırf sen yaşıyorsun diye yaşamıyor muyum? Ama şimdi kimse benim sana baktığım gibi bakamaz ki? Sana su vermeyi bile beceremezler. Ne yapmalıyım? Bende mi gelmeliyim seninle... kurumuş toprakların, dirhem olayım gül bahçene. Eğer istersen, sana ruhumdan bir bahçe sereyim. Toprağın olayım, sen benim çürümüş bedenimin üzerinden büyüye dur... inan ben hiç öldüğüme inanmam ki?

Şimdi öyle çok mecalsiz ve öylesine bir fazlalığım ki, sadece sarılmış bir bedene kanıp, aklımı kaybederek buralara kadar geldim. Soğuk değildi ev. Ama sıcak hissettirmiyor. Kendimi kaybetmiş gibiydim. Yoksa sesler hâla uğulduyor muydu? Bu taraftan diyordu, ama bu beden ne tarafa çekiliyordu ki? Neden konuşamıyordum. Oysa bu akılsız başım konuşmayı çok severdi. Susmak bilmezdi. Bazen yalvarırdım. Susması için. Ama şu an neden bana karşı kullandığı tüm kelimeler rûhumu okşuyordu?

İnsan, hiçbir zaman değerli olacağını hissetmediği için veya en adımından bunu bildiği için mi bana sürekli; aptal, işe yaramaz, korkak, ucube, hasta, aptal... korkak... ucube ve hasta, diyordu. Ben ise tüm zangırcaklı hıçkırıklarımı yutmuş, donuklaşarak önümdeki heybeti seyrediyordum. Çömelmiş omuzlarım, şu kadar bile dik durmayı öğrenememişti. Ne acı!

Sonra durdum. Omuzların yönü arkaya döndü. Kendimi ışıklandırılmış bir fanusun içinde hissettim. Bana ait olmayan bu paralanmış elbiseler, kirlenmiş ayakkabılar ve yüzünde is yemiş bir anne tokadıyla, nasılda çer-çöp gibi kalmıştım. Odadaki tüm sarı floresanlı ışıklar bana çevrilmişti sanki. Küçük tekli koltukta bir başkası oturuyordu. Aciz halime bakıyordu. İçimdeki dışlanmış, asi adam bana bakıyordu. Sonrasında karşımda duran, üzgün duran bu adama. Gülüyordu, bana gülüyordu asi yanım. Koltuktan kalkıp, duvarlara tırnaklarını sürüyerek ilerliyordu.

ruh bahçemHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin