0.2

447 64 76
                                    

Pek arkadaş canlısı biri değildim.

Küçüklüğümden bu yana, henüz anaokuluna giderken bile, müthiş derecede soğuk ve zor arkadaşlık kuran bir yapıya sahiptim. Hayatımın tamamında insanlarla aramda sebebini çözemediğim güven problemleri yaşamıştım ve bu da beni hep ilk adımı atmaktan alıkoymuş, yeni arkadaşlık kurma konusunda çekingen bir konuma getirmişti. İnsanlara ısınma şeklim uzun zamanların sonunda, tam olarak hangi sebeple gerçekleştiğini çözemediğim bir yapıya sahipti. Biriyle tanışırsam hep buz gibi olurdum ve bu yüzden öyle kolay kolay arkadaş edinemezdim.

Hele bir de o kişi en az benim kadar soğuk ve sinir bozucuysa.

Yani, Jeon Jungkook gibi.

Olmayan Tanrı şahidim olsun ki tam bir buzdan küreydi. Konu o olmadığı sürece ve laf verilmedikçe ceplerine soktuğu elleriyle sessizliğine gömülüyor, o ilgisiz ve soğuk bakışlarıyla etrafı izlemekten başka bir şey yapmıyordu. Nadiren konuştuğu zaman hep ölçülü bir ses ve kısa cümleler kullanıyordu. Kesinlikle tartışılacak bir tip değildi, basit olsa da öyle cümleler kuruyordu ki lafı kişinin ağzına tıkıyordu. Koyu kahve saçları hep dağnıktı, kulağındaki küpeleri her gün değiştiriyordu ama işaret ve orta parmaklarındaki yüzükleri asla çıkarmıyordu. Tuhaf tuhaf sweatleri ve pahalı ayakkabıları vardı. Bazen bahçeye çıkıp ince ve uzun sigaralarından içiyordu.

Bu inceleme ona özel değildi; ben herkesi incelerdim. Bu kontrolsüzce yaptığım bir şeydi ve ufak detayların gözüme aşırı batması gibi bir alışkanlığı vardı. Tavırlarından dolayı Jungkook da incelenmeye çok müsait biriydi. Kendisi pek konuşmaya zahmet etmediğinden bazı çıkarımları böyle yapmam gerekiyordu.

Sıfır şakasız, bugün buraya gelişimizin üçüncü gecesiydi ama şu ana dek benimle kurduğu tek diyalog yemekle ilgiliydi, o da üç kelimeden ibaretti. Hazır mı-evet-tamam.

Kesinlikle sohbet etmekle ilgili sıkıntıları vardı. Yeterince özgüvenli hatta egoist bir insandı -bunu hem vücut dili hem de konuşması yeterince belli ediyordu- ama oynadığımız oyunlara bile katılmıyordu. Bizi mi sevmemişti yoksa yapısı mı böyleydi bilmiyordum ama kesinlikle sinir bozucuydu ve yakında onunla ilgili kişisel sorunlarım oluşmaya başlayabilirdi.

Ama şuna bakın ki, bu fikre sahip olan tek kişi bendim. Nedense herkes Jungkook'a pek alışmış ve sevmişlerdi. Lisa onun müthiş havalı olduğunu ve kimsede görmediği bir auraya sahip olduğunu söylüyordu, Joy ise tam bir hikaye erkeği olduğunu savunuyordu. Jaehyun evde Jungkook'la playstation oynadığını itiraf etmişti geçen akşam. Meğerki buzdan oğlan konuşmayı biliyormuş da müthiş bir oyuncuymuş.

Bana göre de egoist piçin tekiydi işte ve böyle giderse onunla barışacak bir yıldızımız bile olmayabilirdi. Yani, onun da benden pek hazettiğini sanmıyordum çünkü.

Harika.

"Rosé, zıkkım yer misin?"

Lisa elindeki yuvarlak yastığı kafama atıp elimdeki cips kasesini çektiğinde gözlerimi karşımdaki pencereye dikmeyi kesip suratına çevirdim ve kaşlarımı çatarak yüzümü buruşturdum. Gecenin 2'sinde hepimiz evde oturuyorduk çünkü tüm gün eğlence parkında sürtüp enerjimizin içinden geçmiştik. Yani, en azından benim için öyleydi çünkü Yugyeom bir ara beni süs havuzuna düşürdüğü için iç savaş çıkmıştı, ıslak bir şekilde hız trenine binmek de beni ekstra yormuştu.

Bu yüzden ben de yiyordum çünkü gecenin bu saatinde yapacak başka işim yoktu. Lisa ve diğerleri içeride bir şeyler yapıyordu ama gram ilgilenmiyordum çünkü hiç elimi işe bulaştırasım yoktu. Pijamalarımla salonda yatmakla meşguldüm daha çok.

|•| Hiraeth |•| rosékookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin