ah ibrahim ruhumu put sanıp baltayla kıran sen misin

205 36 79
                                    

15 Mart 1978

Meydandaki parka gittim bugün de İbrahim çünkü sen gelirsin her gün, ayaklarım kendinden haberiz yörüngesinde dolanıyor senin gezdiğin yollarda.

Çiçekler açmış İbrahim gördün mü, bastığın topraklar bir daha geçmemen korkusuyla ağlayarak büyütmüşler karanfillerini. Sümbüller güzelliğin karşısında kızarmış bozarmış morarmış. Sen tabii bunların hepsini tanrı harikası sanırsın da şükredersin. Bende şükrederim lakin sana. Tanrı affede de senden bilirim ben bu harikaları.

Geçtin oturdun ahşap banka. Her zamanki gibi selam verdin gökyüzüne ve yeryüzüne ilk sessizce. Kelimeler dökülmez dilinden, mıhlanmıştır teker teker dudaklarına lakin ben bilirim senin kalbini. Sen selam vermeden başlamazsın kelama, böyle öğretmişti sana muallimin.

Ağır bir şekilde kalktın banktan, o kadar korktum ki İbrahim beni göreceksin diye, kitabımı yüzüme yapıştırmaktan başka bir şey gelmedi aklıma. Beni görmemelisin İbrahim, beni görürsen boynumdaki asılı baltayı sadece senin kırmanı istediğimi anlarsın, zayıf düşerim ben senin kollarında. Doğrusu kollarında gerçekleşen zayıflıkta ben her zaman açım İbrahim. Ve bilmezsin bilirim lakin ben yine söyleyeyim, benim irademin en sarsıntılı kişisi de sensin.

Çiçekler zarif bir kadının köprücüklü boynuna takılan mücevherler gibi yakışırken toprağa, ölü otları makasınla kopardın. Sen bahçıvan değilsin lakin revnak çiçeklerin yanında öylece onu kirleten otları gördün mu alırsın eline makası kesersin, ah tabii asla olgun solmamış yapraklara elleşmezsin, onların da canı var dersin. Bana demezsin elbet, sen bana hiç demedin ya İbrahim, bu yüzden acır kalbim, is kokusu boğar her akşam yüzümü sildiğim battaniyem eşliğinde. Sen, gözyaşı ve umutsuzluk; ne kör baht, ne saçma bir uyum içersinde ahenkle dans ediyorsunuz beynimde.

Makasın gülün dikenlerine değdi ilk, şaşırdım doğrusu. Sen, sen bir canlıya kıyamazsın ki.

Hızla geri çektin ellerini ve toprağa attın makası, cidden bu yüzden mi titrer ellerin. Ben senin için kıyarım İbrahim.

Deli caseretim ellerimi terletirken dişlerim birbirlerini kırmak için savaşırcasına zangırdıyordu. Bas bas bağırıyordu kaburgalarım aptal seneler boyunca saklanıp durdun ve şimdi her şeyi mahv edeceksin! Evet, artık susma vaktinizdi, ilk kez karşına çıkıyordum ben İbrahim.

Dizlerine çeneni dayamış, ben senin yanına gelene kadar bacaklarına sırnaşmış köpeği seviyordun. Tatlı tatlı gülüyordun dilini çıkarıp sabit eline bir ileri bir geri yaparak kendini sevdirten hayvancığa, ah beni bir köpeğin şansına özdendirtiyorsun. Korkuyorum, korkuyorum seni bu denli sevmekten...

Yüzünde pantolonun izi çıkmıyor mu? Canını yakma İbrahim, kendi canını kendin yakmana dahi izin veremem ben.

Ellerini köpeğin başından usulca çektin ve kollarını dizlerine sardın, sen her zaman böyle yapardın, sen hiç bir zaman kızların gözlerine bakmazdın. O oynak kızlara bakmadığın her seferinde tekrar tekrar aşık olurken sana, şimdi kalbimi kırdığını hissediyorum, acıyor... Sen şimdi benlede konuşmazsın zira sen hiç bir kızla konuşmazdın.

-"Benimle saklanbaç oynayan sizsiniz değil mi?" Kaçsam ve bir daha asla karşısına çıkmasam ve ona olan düşüncelerimi kendi içinde yaşasam... Beni ne zamandan beridir farkına varmıştı ve ben kaç süredir rezil oluyordum ona karşı her saklanışımda?

-"Burdaki saklanan siz, ebe ben oluyorum sanırsam, üzgünüm küçük hanım çocukken usta bir ebeydim. Evinize gidin şimdi bu saatlerde dışarısı pek tekin değildir." Kelimeleri teker boğazıma diziyor gibi hisseddişimin haykırışını yutkunarak dindirerek susturmaya çalışmak epey zorluyordu. Lakin... Lakin o benim ona yıllarca beslediğim şeyin farkına varmış mıydı cidden, eğer öyleyse dünyaların tüm nimetlerini tatmakdan daha lezzetliydi bu benim için.

-"Siz... Ve siz küçüksünüz çocuk, daha küçük ben ise sizden oldukça büyük. Sizi gördüm ve sobeledim, oyununuz burda bitsin zira sizi kırmak istemem. Umarım beni anlıyorsunuzdur çünkü ben size apaçık anlatmakdan çekinir ve korkarım. Şimdi evinize gidin ve meydandaki beylerle oynayın... Ben 25 siz ise daha 18'siniz. Amacınız ne bilmem ve umarım bana bağırır çağırır ve 'bu ne cürret, sadace çiçeklerden taç yapmanız değişime gitti ve izledim. Hadsiz!' der ve tiksinirek bakıp uzaklaşırsın küçük."

Ne tiksinirerek bakabildim ne de inkar edebildim. Elimden sadece küçük bedenim sarsılınca, hıçkırıklarla nefesim kesilinceye kadar güçsüzce ağlamak geldi. Düşlerim gerçekleşmedi İbrahim, senin kollarındaki zayıflığa açtım lakin sözlerin öyle bir doyurdu ki kalbimi, patladı, darmadağın oldu. Şimdi kim toplayacak ruhuma değin sıçramış parçalarımı?

Ah İbrahim, kalbimi put sanıp baltanı döndüre döndüre vurup kıran sen misin? Gaddarca bir tabir ithaf etmek istemiyorum sana, emanet gibi durur üzerinde. Ellerine baltalar yakışmaz ki sana İbrahim. Değil mi?

-"Git küçük, evine git lütfen." Aptalca mırıldanmak geçti beynimden, mengeneli dudaklarım ağır ağır açıldı ve anlamsızca gıcırdadı paslanmış menteşeler.

-"Am- Ama bayım, yaş engel mi aşka?" Pantolonuna bulaşmış toprağı sirkelemedi, üzerimizdeki kasvetli ve uğursuz havayı sirkeleyemediğimiz gibi.

-"Aşkta belki değildir lakin evlenmek uygun mu bilemem. Genç ve eminim güzelsinizdir küçük , topraklı ellerimle kirletemem genç ve beyaz ellerini." Yüzüme bak o vakit! Yüzüme bak demek geçerken içimden yuttum bir çok kelime gibi. Yüzüme baksa bir şansım olabilirdi belki...

-"Kirlenmiş bir eli tekrardan kirletemezsin bayım."

-"Lakin temiz bir el kirlenmiş bir eli aklayabilir. Parmak uçlarınızdan temiz eller öpsün küçük hanım. Allah'a ısmarladım."

"Tanrı bunu hak görmüyor bayım, öylece kırıp gitmeyi!" diye çığırmak istedim lakin ne boğazımdaki yumru buna izin verdi ne de aramızdaki uzun mesafe mırıltılarımı duyurabilir cinstendi. Gitti... Küçük bir bayanın gereksiz duygularını ufalayıp toz zerrelerini ellerine tutuşturup öylece gitti.

ellerine baltalar yakışmaz sana ibrahim Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin