FİNAL
Mevsimlerden yaz. Kentte sıcak hava, insanların üzerine çörekleniyor ve katlanılmaz hâl alıyordu. Mor göz altı halkaları nemli havayla boncuk boncuk olmuş, oyalı yazmasının altındaki kumrala kaçan saçları ensesine yapışmıştı Hyun'un.
Yanakları güneşin en kavurucu vaktinde bahçede çiçeklerle uğraştığı için epey yanmış, hatta tesettüre girdiğinden beri yüzü tenine göre daha buğday kalmaya başlamıştı. Kardeşi yanmaması için krem sürsün diye ısrar etse de yanaklarının bu hâlini seviyordu.
17 yaşında biri çıkmıştı karşısına; sevmiş, yüceltmiş, gönlünün en güzel rafına vitrinlik olarak kaldırmıştı. Gelip geçip varlığına şükrederdi. Öyleki yerinden kıpırdatmamak için tozunu almaz, sevgisinden bir noksan eksiltmezdi.
O söylemişti ona; "yeniyetmeymişsin gibi, çok hoşsunuz hanım..." Emindi, adam bile unutmuştur bu dediğini lakin kadın o günden sonra bir gün bile yanaklarına krem sürmemiş aksine güneşe çıkıp kızarması için kavurucu sıcaklıkta bahçelerinde otururdu çoğu zaman.
Rüyanın içindeymiş gibi geçen günlerden sonra bir sabah büyük bir zelzele oldu. Ruhunun en güzel yerine kaldırdığı adamda dahil vitrinindeki her şey o yıkımla devrilmiş ve küçük kız tüm anılarının altında kalmıştı.
O yıkımdan geriye kalan ise kör ve topal zavallı kadından ibaretti.
O iğrenç günden beri kendini göremese bile kardeşine nasıl göründüğünü sorup dururdu. "18 yaşındaki hâlin gibi çok güzelsin ablam." derdi.
Palavra. Yaşı her ne kadar 25 olsa da hastanelere gide gele, keder ve göz yaşları, yüzüne çelimsizlik bırakmıştı. Oysa Asya göçmeni olan baba tarafı sebebiyle ne güzel çekik gözleri vardı. Şimdi ise şiş, torbaları kara ve ferri kaymış gözlere sahipti. (Bu yüzden gözlerini her daim kapatırdı, çirkinliğini hisseder gibi.)
On sekizinde alımlı bir genç kızken tatlı elmacıklarının hemen altında küçük bir gamzesi ve dudağın yanında belli belirsiz buseleri vardı. Alımlı hâline tatlılık katardı bunlar. Lakin artık buseleri değil çizgileri çıkıyordu, yetmiş yaşına gelip de hâlâ bekar olup kedi bakan o teyzeler gibi olmaktan çok korksa da bazı şeylerin farkındaydı, gidişatı o yöneydi.
Dolu dolu geçen 7 sene de bazen düşüncelerin korkunçlaştığı evreler olmuştu, en çok da bir daha dünya gözüyle bakınamayacağını öğrendiği o ilk zamanlar. Bahçe makasını başkasının ellerine dahi yakıştıramazken kendi boynunda mücevher gibi parlayacağını düşünüyordu. Belki de bileklerinde bir bilezik olmalıydı.
Başkasının İbrahim olmasından korkup baltalarını saklarken, bir zamanlar putun kendisi olmuştu. Belki de bu yüzden en çok boynuna yakıştırmıştı, vuran İbrahim'se Uzza olmaya dünden razıydı.
O zamanlar 18 yaşında küçük bir kız çocuğuydu. Adam kendisinden yaşça büyük olabilirdi lakin o da içinde bayram sabahı kıyafetleriyle uyuyan küçük oğlana sahipti. Sevmeyi ve sevilmeyi hiç tatmamış 50 yaşındaki birisi de hiç büyüyememiş çocuktu.
Onlar birbirlerini çok sevdiler ve kısacık zaman diliminde birlikte büyüyüp olgunlaştılar. Yaşamı ve yaşamayı öğrettiler.
Çocukluklarının tüm saflığıyla sevmişlerdi birbirlerini. Masumluklarına leke sürmemek için olabilfiğince çabaladılar. Ancak sadece iki çocuk deli dizgin bir aşka sahip çıkabilir ve ancak iki deli bir aşkı çöp edebilirdi.
Onlar hiçbir zaman birbirlerine layık değillerdi ve asla birlikte uzun soluklu bir ilişkiye sahip olamazlardı, ikisinin de ciğerleri buna yetmezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ellerine baltalar yakışmaz sana ibrahim
Short StoryAh İbrahim, kalbimi put sanıp baltanı döndüre döndüre vurup kıran sen misin? Gaddarca bir tabir ithaf etmek istemiyorum, emanet gibi durur üzerinde. Ellerine baltalar yakışmaz ki sana İbrahim.