Güzel... Yakından çok daha güzel

101 28 118
                                    

Aptal ruhu öyle güçlüydü ki, beynini dahi ele geçirmişti. Arpacıkları hüznünden damlaları salıverirken gözleri O'nu bir daha görme şansına kavuşabilme ihtimaliyle gülümsüyorlardı. Kızarmıştı gözlerinin yanakları, ağlamaktan kızardı sanılıyordu lakin onun gözünün yanakları heyecandan yeniyetme edasıyla kızarmıştı. Dışarıda yanından geçenlerin "vah vah, gencecik kızın düştüğü hâle bak hele" diye hayıflanmalarını işitiyordu lakin bunu kalbine ulaştırmak istemiyordu, çabuk kırılırdı O'nun kalbi, kulaklarını tıkayarak koştu koca bahçeye doğru. Ağaçların sakladığı bankın köşesi gözüküyordu, O hep orda otururdu. Göğüs kafesini tutma gereği duydu, sanki eli oradayken kalbi kemikten parmaklıkları kıramayacakmış gibi. Gözlerini kapattı bir süre. Dua etmek, bir şeyler mırıldanmak istemişti lakin ömründen geçen başı boş on sekiz senesinden sonra Tanrı'dan masum biriymiş gibi bir şeyler dilemeği kendine dahi hak görmemişti. İbrahim'ine en iyisini öğretmiştir muallimi, en layıkıyla yerine getirmiştir imdi O...

Uzun gelen elbisesini avuçlarının arasına sıkıştırıp ilerledi banka doğru, ellerinin terini sildiğinde garip karşılanmazdı hem.

Kalbine elini koyup çıkmasını önleyecek boşta eli yoktu, bunu anlamış olmalı ki deli gibi atıyordu imdi, çıkacak, kıracakmışçasına. Neydi bu anlamsız heyecan? Geri çevirilmemiş miydi, yüreği kaç defa arsızca ısrar edecekti? Yorulmalara yorulmuyor, kırıldıkça parçalarını toplamayı ve tekrar kırılmaya pek bir hevesli idi.

Sahii, onun kalbinin yapıştırıcısı İbrahim'i değil miydi? Hastayken onu gördüğünde bardaklarca bitki çayı içmiş gibi hissediyordu bu genç bünyesi, ah... Hissettiği bu uğursuz girdaba bir türlü ad koyamıyordu. Okuduğu bir kitapta prensin aşkından yataklara düşen bir prenses vardı, O prenses kendisi miydi? Tuttu ki kendisi prenses oldu, dudağından öpecek cesareti var mıydı kurbağının?

Buzdan gözleri vardı, demirden kalbi, deliksiz tuğladan ruhunun duvarları. Gözleri kimseye erimemişti bu yaşına değin. Kalbini kimseye açmamış, kimse kıramamış. Ruhuna hava dahi sızamamış. Yorgundu... Gözlerinden belliydi, buzları buğuluydu, yorgundu bu zamana kadar onca ateşli hatuna erimemeye karşın. Onun gibi bir kıza n'için kalsındı ki? Ayşe gibi başı kapalı, hayâsı yüzünün kaldırımlarda gezinişinden okunan mahallesinde o kız varken... O kızın varlığı dahi ağlamasına yetecek türdendi.

Dedikodular vardı. O'nunla nişanlanacak gibi dedikodular. Yakıştırırdı tüm ahâli imam İbrâhim'le hacının kızı Ayşe'yi. Açık saçlı bir dinsiz ile imam n'için olsun ki?

Onları yakıştıran ahâliye ve masum kızcağıza hayatında etmediği yoğunca küfürler etti. Neden bu kadar mükemmel olmak zorundaydı. Kendisi yanlış suların içinde boğulurken elâlem nasıl bu denli hataların bir damla suyu üzerlerine dahi sıçramadan dolaşıyordular.

Ellerine başının arasına alıp sıkıştırdı. Ah İbrahim, sana bu kadar bağlanmamalıydım. Seni her gün görmek için bu kuru yapraklarla dolu bahçeye gelirken saatlerce yol çekmemeliydim. Her akşam mektuplar yazmamalı, üzgünken seni aklıma getirip gülümseyecek kadar sevmemliydim. Ne zaman sana düşmüşüm, dizlerim ne zamandan beri kurumuş kanlarla kabuk tutmuş farkında dahi değilim. Farkında olmadığım bir çok şey gibi; sen beni sevemezdin İbrâhim...

-"Küçük hanım..." Tanıdık gelen o ses yüreğini ellerinin arasına alıp ürkütmemeye çalışır gibi nahifçe okşadı. Bundan bahsediyordu işte, az önce ağlarken şimdi yüzünü kapatarak gülümsemesini saklamaya çalışıyordu.

-"Bayım..." Gözlerini saklamaya çalışmak için ilk defa kız adım atmıştı. Gözleri kızarmış ve yüzü Tanrı bilir hangi çirkinliğin birini beğenip giymişti.

-"Bana ağladığınızı söylemeyin lütfen." Avuç içlerine eteklerini sıkıştırıp terini silmişti. Bu neydi şimdi, yüzüne hangi ara değmişti gözleri?

-"Hayret bayım, siz hanımlara bakar mıydınız?"

-"Yüzünüzdeki en büyük çilin yerini söyleyebilirim küçük hanım." Gözleri irileşti ve korkunç mavileri O'nun gibi stabil hayat yaşayan birisini rahatsız ettiğine emindi. Derhal gözlerini kıstı ve derince bir nefes aldı, yüzündeki çilleri kapatmak için bitki özleri sürdüğü akşamların geride kaldığını daha Güneş tepedeyken anlamıştı. Soğuk ellerini yanaklarına sürdü istemesizce, hoş mu bulmuştu acaba?

-"Bu imkansız, kalbimi daha çok kırmak için yapıyorsanız hiç hoş bir şaka değil İbr- Yani bayım... Bana bakmıyorsunuz dahi, yüzümdeki çilleri nasıl görebilirsiniz?" Hafif gülüşü burnundan verdiği nefesle anlaşılırken yüreğinden bir parçanın o nefesle kopup gittiğine yemin edebilirdi lakin kimse inanmazdı. Ayşe'de böyle mi hissediyordu acaba?

-"Siz bana bakmıyordunuz küçük hanım, yüzünüzü kitapla kapatırken benim bakışlarımı nasıl görebilirsiniz ki?.. Günahsız bir melek değildir kimse. Adem'in çocuklarıyız, boğazımızdaki elma günahkarlığımızın bir arması. Cenneten olma pahasına yemiş Peygamber, bizim gibi kullar nasıl özümüz toprakla aynı kalalım. Bozulduk hanım, bozulduk... Ruhlarımızı toprakla koruyamadık, balçık sürdük. "Hu"ları "ah" isyanlarına karıştırdık. İnsanoğlu Adem'le Havva'dan (a.s) beri hatalar yapar. Bazen izzeti-nefsîsini, bazen gözlerini bazen kalbini koruyamaz küçük hanım." Gözlerini kapattı, başını öne eğdi ve saçları yanaklarına doğru düşerken teşekkür etti her saç teline şimdiden kızaracak yanaklarını gizledikleri için.

-"Bayım, koruyamıyorum ben... Kalbimi koruyamıyorum. Yürek, aşkı deli dizgin yaşayan organdır ve soldadır, benden daha iyi bilirsiniz ki günahları yazan melekte soldadır. Koyuluş tarafının bir amacı vardır belkide. Tanrı bilir elbette lakin, belkide aşk en büyük günahtır, sağda olamayacak kadar günahkâr..." Kızarmış yanaklarına buz kesmiş parmaklarını değdirdi saçlarını kulaklarının arkasına itmeden. Söylemişti... Artık saklı hiç bir duygusu kalmamıştı, her şeyi önüne sere serpe serpmiş, distopyasındaki tüm ölümcül korkularını söylemişti bir deli cesaret.

-" Korumasızlığın en masumudur aşk... Ne tüfek, ne mermi ne de akıl girebilir devreye. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dahi "Allah'ım gönlüme hakim olamıyorum, Aişe'yi çok seviyorum" demiş. Biz nasıl koruyalım bu savunmasız organı küçük hanım." Yaşlarını silmek için çaba göstermedi, titreyen sesini gizlemeden çatallaşmış tonla haykırırcasına bağırdı bu koca ormansı bahçede. Duyurmak istiyordu. Kulağında kalmasın söyledikleri, kalbine insin varsın dağıtsın yüreğini, onda bolca yapıştırıcı birikmişti. Bencileydi bu yaptığı, ahlaksızca bir davranıştı lakin aşkta ahlak var mıydı?

-" O vakit eritin buzlarınızı! Sizden yaşca küçüğüm anlıyorum! Ağlağım, üzüldüm mü susmaz yaşlarım, utanınca yeniyetme tavrım gitmez kızarıverir yanaklarım, nefsime de öyle hakim olamam, dolamamak için zor tutuyorum kollarımı boynunuza! Ayrıca dinsiz büyüdüm ve dinsizim lakin dininde senin gibiyse sen kabul etmesen de değiştiririm.

Peki ya siz... Siz Bayım, korumaya kararlı mısınız kalbinizi?" Gözleri bir cama düşen yağmur damlaları gibiydi, eskileri akarken yanaklarından yenileri eskilerin yerini doldurup buğulandırıyordu. Çenesinden damlayanları elinin tersiyle silerken yanında olan kıpırdanmayla hareket edememişti. İbrâhim, bu O muydu cidden? Saçlarında hissettiği hareketlilikle kulağının arkasına itilmişti telleri, yüzünün nemliliği ortaya çıkmıştı. Ürkekçe yüzünü kaldırırken tebessüm ederek O'na bakıyordu. Güzel... Yakından çok daha güzeldi. Gamzeleri yakından ölüp gömülmeyi arzulayacak cinstendi.

Ellerini hızla saçlarından çekerken bileğini kavradı. İnceydi, bir erkeğe göre kibar.

-"Bırakma İbrâhim, nefsimize hâkim olamayı verelim, şeytanı utandıralım bir kez." Söylediklerinin hâyasızlığından kendi dahi iğrenirken elini bıraktı. Bileğini kendine, kırmak istemeyerek çekti ve ikiside başını eğdi. Yapmamalıydım dedi adam, ilk hata ikincisine gebedir, onun suçu yok deyip o an Rab'binden özür diledi. Yapmamalıydım dedi genç kız, onun suçu yok zorla tuttum elini deyip Tanrı'dan ilk kez af diledi.

Söz verdiler utanarak, yarın bu vakit adını koyalım, diye. Artık adsız kalmayacaktı genç bayanın duygusu, artık solgun çiçekleri bahane etmeyecekti O'nu görebilmek için. Eğer O yaşı sıkıntı etmiyorsa sorun yok diye düşündü.

Ayrıldılar, ölümün oyununu hesaba katmayarak...

ellerine baltalar yakışmaz sana ibrahim Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin