Koşuyordu... Ayakları birbirine dolanıp düşmesinden korksada bir nebze olsa da yavaşlayamıyordu. Nasıl yavaşlarım, nasıl dururum o bana gel derken, nasıl?
Yavaşlamadı, görmüyordu da. Leyla'ydı o nasıl görsün, nasıl yavaşlasın. Bilmiyordu ki Leyla'ların başına en betbahı geleceğini. Kulağına ilk yüksek sesle fren sesi ilişti sonra da yavaşlamayan bedeni metrelerce uzağa devrildi.
Acımıştı elbet canı, kemikleri sızlıyordu. Belindeki sızı kaburgalarını kıracak cinstendi, belkide kırılan kafesinin sızısı sırtında toplanmıştı. Bilemiyordu, anlayamıyordu. Beyni küçükken annesinin söylediği ninnileri dinlerken bedeninde hissettiği uyuşukluluğun aynısıydı. "Anne" diye geçirdi içinden. "Eğer ninni söylüyorsan ben artık büyüdüm, eğer söylemekde diretiyorsan da lütfen o gün bugün olmasın, İbrâhim... İbrâhim'le bilinmeyenlere aşk diyeceğiz. Lütfen o kahve sert yatağına git ve uyu anne."
"Uyanın!" diye bağırıyordu hemen yanı başındaki kişi. Uyumuyordu ki O, her ne kadar gözlerini açamasa da uyumuyordu. Ah, belkide uyuması geçirecekti ağrılarını. Acıyla kıvranıp ayaklarından başlayan üşüme hissi belkide uykunun sıcak battaniyesini saracaktı bedenine. Uyumak iyileştirecekti onu. Uyumalıydı...
-"B-Ben... Özür dilerim. Kahretsin! Bana bakın!" Omuzlarından tutup sırtını sert zeminden kaldırıp sirkelemişti. Nefes alamayacak kadar ağrıyan kaburgaları ani hareketler yüzünden sıkıştırmıştı kalbini. Dişlerini sıkarak söylebilmişti; Acıyor... Yüzüne yaklaşmasa belki de duyulmayacak kadar kısık ve acizdi sesi.
Acıyordu, bedeninin her uzvu ayrı ayrı ağrıyıp unutmamasını istercesine kazıyordu kemiklerine acıyı. İbrâhim'i... Onun burdan gitmesi gerekti, bugün yanakları kızaracaktı genç kızın, oğlan çıkacak dedikoduları önemsemeyecek ve sevdiğini söyleyecekti aralarındaki yaş farkıyla.
Dudaklarını öpüyordu ağzından gelen sıvı, eğer bu metalik tat ölüm ise silmek istiyordu. Yalasaydı dudaklarını ruhuna ilişir miydi? Korkarak birbirine bastırdı, öpemezdi kimse İbrabim'den başka, ölüm olsa dahi izin vermezdi.
Tanrı'nın ölüm meleğini oyalamak istedi sanki kandırabilecekmiş gibi. "İyiyim, iyiyim pek tabii" dedi. Hey hât! Gerçek kaçar mıydı hiç doğrudan, ruhu doğruysa kanar mıydı Azrail hiç. N'için bu denli korkuyordu ki bacaklarından beline değin gelmiş uyuşukluktan? İbrâhim miydi tek sebep yoksa oyalanması mıydı on sekiz yıl boyunca?
Boş düşünceleri kovmak istedi, boş değildi elbet lakin, yaşaması için sebep çıkmıştı, ölüm iksirini kana kana içmek için, sevdalıydı ve sevdalısıyla buluşacaktı. Kovmak istiyordu lanet dudaklarından soğukluğu. "Git lütfen" diye bağırsa geri çevirmezdi değil mi bu kibar teklifi. Tanrı'nın meleği sonuçta, sevdalıların arasına girmezdi gözlerindeki tutuşan kalpleri görünce.
-"Gidiniz lütfen!" Yüzünün hemen üstünde düzensiz nefes kesilmişti, hâlâ ordaydı ama ne içine çekmişti nefesi ne de vermiş, öylece durmuştu kısa bir zaman.
-"Ö-Özür dilerim. Benim karım ve beş çocuğum var biri daha kundaktadır. Hapise giremem... Özür dilerim." deyip ağaçlarının arasından gölge oluşturan iri bedenin gidişiyle Güneş kampçılamıştı acı içinde buruşturduğu yüzünü.
O... O ölüme seslenmişti, ona değildi. Hayır, hayır o gidemezdi, yanında birisi olup ona yardım etmeliydi. "Ölüyorum bana yardım etmeli!" diye haykırdı içinden lakin dışa gözyaşları vurabilmişti, acıyan gözlerini araladı ve kırmızı arabasına binen adama baktı.
-"Bekle. Beni böyle bırakma." Ünlemleri yıkıp geçen içindeki öfkesi sakin noktalar bırakıyordu sesinin dozuna. Acizdi işte, büsbütün birisine ihtiyacı oluşu öfkeli yapamazdı, boğazında kuluçkalınan ağırlık buna izin vermezdi her şeyden önce. Sakin kalması gerektiği bahanesinin ardına sakladı bu aciz sesini.
Gitmemeliydi, gidemezdi lakin gidiyordu. Bir özüre mi sığıyordu insanlığı? Saklanabilir miydi çocuklarının varlığı onun hatasının ardına?
Kapattı gözlerini. Yaladı dudaklarını. İlişti ruhuna ölüm. Yayıldı midesine sıvısı ve bulandırdı, öğürmek istedi içine girip ruhunu almaya gelen hakikatî. "Hoşgeldin ve hoş al canımı." dedi. Kapanan gözlerinin ve büsbütün uyuşan bedenin nasıl bir açıklaması olabilirdi ki ölümden başka? O da bulamamıştı ya zaten. Gevşetti taşları sıkan elini ve bekledi çok geçmeden gelecek olanı.
Göz kapaklarına vuran turunculuk acıtıyordu gözlerini, gölge istedi, biraz gölge. İsteği gerçekleşmişti de, duyamıyordu olan biteni. Ağzından çıkan sıvının aynısının kulaklarından da akması mıydı nedeni bilinmez. Sarstı kollar bedenini, taşıyamadığı başı sallandı bir ileri bir geri bez bebek gibi. Çığlıklar kapalı göz kapaklarından duyulacaktı az daha. Birisi vardı, belkide geri dönmüştü geriye O adam. Açmadı gözlerini, eğer ölümse gelen ve sarsıyorsa bedenini bu denli zor çıkaracaktı o ruhu. Açmak istemedi, yumdu sıkıca.
Gözlerine hafif baskı oldu, iki göz kapağını araladı parmakları ve ortasındaki kanlı kahveler yüzünün hemen yanında telaşlı kahvelere denk düştü. Afalladı gözleri genç kız, denk düşüşü titretti kahvelerini. Kan çanakları birden bire gül rengine dönüşmüştü, ikiside aynı renkti halbuki. Baktığı yer bu denli değiştirir miydi rengi? Bu onu son görüşüydü. Bu, dünyayı son bakışıyfı.
Son gücünü harcayarak sardı kollarını boynuna, şeytan şaşa kaldı ve seyretti. Sustu her ikisi belli bir zaman. İbrahim'i aldı kollarına cılız bedenini "Bekle güzelim. N'olur bekle!" dedi kulağına doğru. Duyuyordu ama neden her yer kızıldı?. Göremedi ama kokladı. Saçları yakından çok daha güzel, kokusu sedir? Hayır, güldü veya sümbül. O çiçeklerden taç yapan İbrahim'di, ne layık olabilirdi ki başka tenine.
Omuzundaki boşluğa yasladı başını, kazağının tülermiş tüyleri ve taşlı yolda koşması rahatsız bile edemiyordu onu. Tanrı başını sanki onun omzundaki boşluğu doldurmak için yaratmıştı.
Korktu. Kolları istemsizce gevşiyordu sardığı boynunda. Kollarının arasındaki bedene bakıyordu genç adamın korku ve telaşlı yüzü. Gözyaşları ve büyük açılan ağızı bir şeyler söylüyor gibiydi ona.
Özür dilerim İbrah'im, yıllarca senin lâlığına dayandım lakin şimdi benim sağırlığım yılların acısına bedel. Sus ve bana bakma İbrahim'im! Çünkü sen bana ilk kez sevgiyle bakarken seni görememek kaburgalarımdaki ağrıdan daha çok yakar bu solgun yüreğimi.
Gözleri kapandı, alnında hissettiği dudaklarla gerildi yanakları, geri çekmek istedi kendini ilk defa. Onun Allah'ı bunu istemiyordu. O iyi olmalıydı, günahsız yaşamalı ve bir ümit cennette buluşmalıydılar. Masum, güzel ve hâyalı olmasına rağmen o Ayşe dışındaki herkesle evlenebilirdi, acısını çekmesin, yüreği acımasın daha fazla.
Zarifçe tebessüm etti, bilinciyle ruhu tutuşup ele ele koşup giderken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ellerine baltalar yakışmaz sana ibrahim
Short StoryAh İbrahim, kalbimi put sanıp baltanı döndüre döndüre vurup kıran sen misin? Gaddarca bir tabir ithaf etmek istemiyorum, emanet gibi durur üzerinde. Ellerine baltalar yakışmaz ki sana İbrahim.