₪III

296 25 9
                                    

Kalbini attıran her gülümseme senin için olmazdı. Zihninde çalan o şarkının mısraları senin için yazılmazdı. Ona gitmek isteyen her adımın doğru yolu takip etmezdi. Ardında bıraktığın her anın sendendi. Dönmezsen kaybolursun. Dönmezsen yok olursun.

Küçüklüğümden beri hiçbir işim yolunda gitmezdi. Şansızlığım, daha doğumumdan itibaren beni ikinci bir deri gibi sararken ondan arınmaya çalışmak bir tek tenimi daha da tahriş etmişti.

Annesiz babasız büyümek, sana kucak açan büyükanne ve babamı da git gide gözlerimin önünde yaşlandıklarına şahit olmak ama zamanı geriye alamamak en büyük lanetimdi.

Birkaç sene önce büyükbabamı yaşlılıktan dolayı kaybettiğimizde büyükannem ile ikimiz kalmıştık ama o da iyi değildi, biliyordum. Bir süre hastane ve ev arasında gidip gelen mekik dokumalarımız en sonunda onun hastanede kalmasına doktorlarla karar vermemizle son bulmuştu.

Her ne kadar onu vakit bulduğum her an ziyaret etmeye çalışsam da bir süre sonra adımlarım geri geri gitmeye başlıyordu. Her gittiğimde bir öncekinden daha solgun ve kemikleşmiş incecik yüzü küçüklüğümdeki anılarıma da ihanetti. Onu o şekilde görmek istemiyordum ama zamanla kötüleşen hafızasında en net annemin yüzüyken benim ona benzerliğimden dolayı biraz olsun mutlu olması için ziyaretlerini aksatmamaya çalışırdım.

Hastanedeki tedavi masraflarına ek benim okulum için olan boya, tuval ve diğer tüm malzemelerin masraflarını çıkarabilmek için kendimi bildim bileli ufak tefek işlerde çalışırdım. Son iki seneyi de bir kafede çalışarak geçiriyordum ama arada bir sosyal medyada yapıp paylaştığım resimleri de satarak masraflarımı bir şekilde çıkarmaya çalışıyordum.

Hayatımı bir şekilde düzene sokmaya çalıştıkça bazı şeyler ipin ucundan sıyrılıyordu işte. Yapamıyordum, beceremiyordum. Hemen kafamın içinde bir yıkım ile mücadele ederken bir yandan da kalbime söz geçirmeye çalışmak yeterince yorgun olan ruhuma daha da yük olarak biniyordu.

Kafede gece yarısına yakın bir zamana denk işlerimi bitirebildiğimde artık ayakta gidip gelmekten ayak tabanlarım cayır cayır yanıyordu sanki bastığım yerler kordanmış gibi. Patronumuz çok katı bir insan olduğu için gözleri her an üzerimizde olurdu ve aylaklık yaptığımızı gördüğü an işten kovmakla tehdit ederdi. Bu sadece tehditle de kalmazdı kimi zaman. Göz korkutmaktan ziyade gerçekleştirmeyi severdi ki benden önce çalışan başka bir garsonu da bir grup doğum günü kutlamasına gelmiş kişilerle dolu masaya birkaç dakika daha geç gittiği için şikayet alması üzerine kovmuştu.

Fazlasıyla psikopat bir tipti ve bu tür bir sorunlunun nasıl hala mekanı tıklım tıklım dolu oluyordu anlamış değildim.

En son masa da boşaldıktan sonra önlüğümün kenarına sıkıştırdığım bezle gidip masayı sildim. Bir yandan da çalışma arkadaşım MiSi sandalyeleri dizmekle meşguldü. Diğerleri mutfak ve yerleri temizlemekle ilgilenirken artık kapatacak olmanın heyecanı ile çabuk çabuk çalışarak gitmeyi istiyorduk.

Sabahın erken bir saatinde dersim olduğu için yorgunlukla uyku gözlerimden akıyordu. Geç kalmadan son otobüse yetişerek eve gitmek istiyordum.

"Haerin." Diye seslendi MiSi. Bakışları ile bar tezgahını işaret etti ona dalgın bakışlarımla dönünce. "Telefonun çalıyor."

O ana kadar mekanın içini dolduran zil sesinin bile farkında değildim. Elimin tersini alnıma düşen perçemlerimi geri itmek için kullanırken derin bir nefes alıp verdim ve bezi katlayıp önlüğümün kenarına sıkıştırırken gidip telefonumu aldım.

Arayanın Saeron olduğunu görünce anlık çatılan kaşlarım düzeldi. "Efendim Saeron?" diye açtım telefonu. Burada yapacak bir işim kalmadığı için MiSi'ye elimi salladım ve arka tarafa personellerin kullandığı odaya yürümeye başladım.

Six Feet Over GroundHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin