2. Bölüm

163 4 0
                                    

Karlus uyandığında Robin hala uyumakla meşguldü. Yatakta doğruldu ve karısının üzerine eğildi. Kollarını dolarken Robin bir an için uyanır gibi olsada mızmızlandıktan sonra tekrar uykuya daldı. Karlus yoğun geçen gecelerinden sonra yorgun düşen karısını uyandırmak istemediğinden dolayı yataktan sessizce sıyrıldı. Robin'in yastığını düzeltip yorganını üzerine doğru çektikten sonra mutfağa indi.

Mutfakta karısı için bir şeyler hazırlarken merdivenlerden ayak sesleri duyudu. Çok geçmeden Robin Karlus'a arkadan sarılıp başını kocasının geniş sırtına yasladı. Uykulu bir tonla "Napıyormuş benim sevgilim?" Diye söylendi. Karlus kafasını sallarken güldü.

"Sana kahvaltı hazırlıyordum ama uyandığına göre gerisini sen halledersin."

Robin uzağa çekilip masaya oturdu. Kafasıyla kollarını masada uzatırken "Devam et. Fazla bekletilmeyi sevmiyorum, biliyorsun.." diye söylendi.

Karlus kafasını yana kaydırıp sırıttığını gizlemek isterken"Hay hay imparatoriçem siz nasıl isterseniz." Dedi

Uzun ve bol sohbetli bir yolculuk sonrasında nihayet saraya geri dönmüşlerdi. Robin kütüphaneye geçmiş, ezberlemesi gereken ansiklopediyi çoktan okumaya koyulmuş. Üstelik bir kısmını çoktan ezberlemişti.

Hizmetçisinin haberiyle birlikte Karlus'un Avusturya seferine bugün çıkacağını öğrenmişti. Taht salonuna geldiğinde Karlus'un oturup kendisini beklediğini görmüştü. Elbisesinin eteğini kaldırırken kendinden emin yürüyüşüyle birlikte Karlus'un önüne gelip reverans yaptıktan hemen sonra şövalyenin kendisine uzattığı uzun altın kılıcı aldı.

Karlus tahtan inip Robin'in önünde diz çöktü. Kafasını öne eğmiş, gözlerini kapatmıştı. Robin ilk önce Karlus'un bedeninin sağ ve sol tarafına sonrasında kafasına kılıcını dokundurmuştu.

"Tanrı İmparatoru ve ordumuzu kutsasın."

Daha sonrasında kılıcı ellerinin arasına aldı, Karlus kafasını kaldırıp kılıcı Robin'den kaptı. Kılıcı tek seferde belindeki kılıfa sokarken tek elini göğsüne bastırarak Robin'e kraliyet selamı verdi.

Bu tören, ülkenin imparatoru ve ordusu sefere çıkmadan hemen önce yapılırdı. Rivayete göre daha önce bu tören sayesinde çıkılan tüm seferlerde düşmanlar mağlup edilip zafer kazanılmıştı. Böyle devam etmesi dileğiyle...

Kraliyet ve halk sonunda orduyu gönderdikten sonra imparatoriçe rahatladığını hissetti. Imparatorun sağsalim gelmesini umuyordu. Bu basit bir savaş olsaydı imparatora gerek yoktu ancak bu savaş ülkenin güvenliği açısından önemli bir eyre sahipti ve imparator bu savaşın beyniydi. Ülkeyi imparatoriçe yönetecekti.

Aradan birkaç gün geçmişti. Nihayetinde haftasonu gelmişti. Robin, Dük Arthur kendisini ziyaret edeceği için hazırlanmış bir şekilde salonda bekliyordu.

Suzie, içeri girdiğinde Arthur'un saraya teşvik ettiğini belirtti. Robin, onu içeri almalarını emretti.

Arthue sonunda içeri girdiğinde tüm kapılar kapatılmış odayı sessizlik esir almıştı. Sanki koskoca sarayda sadece o ikisi vardı. Arthur oturmadan önce reverans yapmayı ihmal etmedi.

"İmparatoriçem, sizi görmeyeli uzun zaman oldu."

Robin kahvesinden bir yudum alıp yutkunurken gülümsedi.

"Bir hafta sizin için bir yıl gibi geçmiş demek ki."

"Evet gerçekten öyle. Sonuçta her gün bir imparatoriçeyle konuşmuyorum. Hatta bu söylediğim çapkınca olabilir ama sanırım kendimi tutamayacağım. Sizin gibi güzel bir kadınla ilk defa karşılaşıyorum. Dik dik bakan yeşil gözleriniz, belli belirsiz hareket eden dolgun dudaklarınız, ay gibi parlayan bembeyaz teninizdeki o çilleriniz ve tabii ki bunların hepsini daha da güzelleştiren siyah dalgalı saçlarınız. İmparator çok şanslı bir adam.

"Evet, imparator benim gibi bir kadına sahip olduğu için gerçekten çok şanslı."

"Güzel olduğunuz kadar özgüvenlisinizde."

"Bu sizin için bir sorun mu?"

Dük Arthur kafasını salladı. "Hayır majesteleri, zeki kadınlardan hoşlanırım."

"Öyleyse politika hakkında konuşmaya ne dersiniz? Son zamanlarda ordumuzda disiplin sorunları yaşıyoruz. Liderleri isyan ettiği için idam edilmişti. Açığı kapatmaya çalışıyoruz."

Dük Arthur bir süre sessiz durdu. Kahvesinin soğuduğunu bilmesine rağmen yavaşça karıştırdı ve bir yudum alıp imparatoriçeye karşılık verdi.

"Eğer şövalyeler için bir lider arıyorsanız o ben olurum."

Robin şaşkınlığını gizleyerek "Kendi ülkenizde şövalye unvanınızdan vazgeçtiğinizi duymuştum ama madem öyle istiyorsunuz işlemleri başlatacağım.

"Her şey bu kadar mıydı? Oysa ben bir öpücük verirsiniz sanmıştım."

Robin elbisesinin eteklerini topladı. Ayağa kalktı.

"Sizin ukala birisi olduğunuzu duymuştum. Oysa şövalyelerin lideri olmak ciddi bir iştir."

Dük Arthur Robin'in önünde diz çöküp elini öperken "Beni yanlış anladınız. Ben özel hayatımı ve işimi birbirine karıştırmam. Lakin bir şartım var majesteleri." Onay istiyormuş gibi bakındıktan sonra devam etti. "Bana Arthur diye hitap edin."

"Gerçekten bu kadar kolay ikna olman şüphe verici."

"And olsun ki bundan sonra siz majestelerini ve imparatorluğu canım pahasına koruyacağım."

Robin tatmin olmasa bile nasıl olsa teste gireceğini biliyordu.

"Şuradaki çiçeklerle siz mi ilgileniyorsunuz?"

Robin, camın önüne geldi ve gülümsedi.

"Evet. Özellikle beyaz gülleri seviyorum."

"Ha, yani sizin gibi?""

"Evet öyleler. O yüzden diğerlerinden daha kıymetliler."

"Imparatorda ilgilenir mi?"

Robin önüne gelen saçı kulağının arkasına sıkıştırdı. Yüzünde bir tebessüm oluşurken başını salladı.

"Aslında bu bahçe imparatora eski imparatoriçeden miras kaldı. Bizde bakımını üstleniyoruz."

Arthur bir sihirbaz gibi elini belinin arkasına attıktan sonra beyaz bir gül çıkardı. "İzninizle." Dedikten hemen sonra Robin'in saçlarını kaydırıp gülü kulağının arkasına koydu.

"Şimdi daha iyi görünüyorsunuz."

Robin elini Dük Arthur'un çenesine koyup kendisine çekti ve dudaklarına teşekkür manasında küçük bir öpücük kondurdu.

Arthur ne kadar şaşkınlığını gizlemek istese bile mimikleri onu ele veriyordu. Kekeleyerek konuşmaya başladı.

"Ben böyle bir şey yapmanızı hiç beklemiyordum."

"Aslında bende kendimden böyle bir şeyi hiç beklemiyordum ama merak etme çok sık başına böyle bir şey gelmez."

"Oldu o zaman imparatoriçem ben gideyim. Daha fazla değerli vaktinizi çalmayayım."

Günün geri kalanında Robin, Arthur'un neden lider olmak istediğini düşündü. Koştuğu şart çok basit ve komikti. Ama Robin, Arthur'un büyü gücünün ne kadar korkutucu olduğunu bildiğinden bu teklifi reddedemezdi. Herhangi bir hainlik söz konusu olamazdı. Neticede dost ülkelerdi. Ki hainlik söz konusu olsaydı hiç düşünmeden bizzat Robin, Arthur'un kellesini alırdı.

💗💗💗💗

Selammm!!! 2. Bölüm biraz kısa oldu ama olsun yorum ve oy atmayi unutmayin ucubeler

Masal |TAMAMLANDI|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin