six

12 2 0
                                    

Jeongin sonunda sesini temizledi. "Ah, şey, ben gitsem iyi olur."

Seungmin'de onunla ayaklandı. "Sanırım bende amfiye gideceğim. Sonra görüşürüz."

Kafa sallayıp önüne döndü. Hızlı adımlarla evine ulaştı. Bugün iyi bir gün geçirmişti. Üzülmek istiyor gibiydi içinde bir şeyler ama Seungmin ile geçirdiği zaman aklına gelince gülümsemesine engel olamıyordu. İlk arkadaşı. İlk defa biriyle bu kadar uzun konuşmuştu.

Peki ya Seungmin sadece kendisiyle zaman geçirmek için konuştuysa? Ya Seungmin Jeongin'i arkadaşı olarak görmüyorsa? Ya sonradan Seungmin de lisedekiler gibi Jeongin'i aşağılamaya başlarsa?

"Hayır, hayır. Bunları düşünmeyeceğim. Bunları düşündüğüm için bu haldeyim. Hayır, bunları düşünme. Sorun değil, sen iyisin. Ben iyi biriyim," aynaya bakarak konuştu. Biraz daha inceledi kendini. Yüzü asıldı.

"Ama çirkinim. Yüzüm güzel değil. Diğerleri gibi kendime bakmıyorum ki ben. Makyaj ya da maske yapmıyorum. Beni neden sevsinler ki," oflayıp aynanın karşısından ayrıldı. Nefessiz kaldığını hissetti. Perdeyi aralayıp camı açtı ve oturdu.

Gözyaşlarını geri çevirmesini gerektiren bir şey yoktu. Bir hıçkırık kaçırdı ağzından. Gözünden düşen damlalarını kolunun tersiyle siliyordu her seferinde. Bir yerden sonra göz yaşları gelmemeye başladı ama hıçkırıklarını tutamıyordu. İşkenceye maruz kalıyormuşçasına sesler çıkarıyordu.

Saatin varlığını unuttu ağlarken. Duygusal olarak aktifti.

Ve bu yüzden zil çaldığında ne yapacağını düşünemedi. Delikten baktığında Hyunjin'i endişeli gözlerle kapıya bakarken gördü. Hıçkırıkları şiddetlendi. Şuan muhtemelen sinir krizi geçiriyordu fakat bunun farkında değildi. Kendi düşünceleriyle kendisine işkence ettiğinin farkında değildi.

Sarılmaya ihtiyacı vardı birilerine. Uzun süre sonra. Kendisini sakinleştirecek bir sarılmaya ihtiyacı vardı. Hyunjin bunu yapabilir miydi? Samimi bir şekilde sarılıp onu sakinleştirebilir miydi? Yoksa diğer herkes gibi ağlamasının bitmesini hızlandıracak samimiyetsiz teselliler mi verirdi? Bu kırıcı olurdu.

"Camın açıktı. Ağladığını gördüm. Titrediğini karşı apartmandan bile fark ettim. İyi misin? Lütfen en azından bir şey söyle?"

Kendini tutamadı Jeongin. Onu böyle merakta bırakmak istemedi. Derin bir nefes aldı. Şimdi onunla konuşacaktı. Bu inanılmazdı.

"Evet, iyiyim." dedikten hemen sonra deliğe yaklaşıp Hyunjin'e baktı. İlk başta kaşlarını çattı Hyunjin. Sonra alaycı bir şekilde güldü.

"Sen, sen erkek misin?" Kahkahası şiddetlendi. "Tanrım, seni güzel utangaç bir kız sanmıştım. Benden hoşlanıyorsun değil mi, o şarkı açmalar falan hep o yüzdendi değil mi?" Kahkaha attı ve devam etti. "Ne için ağlıyorsun, ibne olduğun için insanlar seni dışlıyor mu yoksa?" Gülmeye devam etti.

Jeongin ne tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Lanet olsun, hiç konuşmaması gerekiyordu. Sesini çıkarmaması, ölene kadar susması gerekiyordu. İnsanlar ondan nefret ederken konuşmak onun hakkı değildi zaten.

Hala bunları düşünüyordu işte. Suçu yine kendisine atmıştı. Ama Hyunjin'den o kadar iğrenmişti ki o an. Sevdiği adam, hani şu köpekleri seven, kuş seslerini dinleyerek kahvesini içip insanlarla her zaman arasını iyi tutan adam. İğrenç herifin teki.

Kendini tutamadı.

"SİKTİRGİT KAPIMDAN!"

Hyunjin gülerken kaşlarını kaldırdı. "Ooh, sinirlendin mi küçük adam? Afedersin, hemen gidiyorum. Zaten bir daha asla gelmem. Merak etme. İğrenç ibne seni. Dışarı çıkmayarak en iyisini yapıyorsun. Eminim kimse seni görmez istemez. Akıllı şey seni."

Kapısına yumruğu geçirdi Jeongin. "GİT!"

Hyunjin'in adım seslerini duydu. Gözyaşları tekrar çıktı ortaya. Bu sefer kendini tutmaya çalışarak ağlamadı. Tüm zamanların acısını çıkarmak ister gibiydi. Çok bağırdı belki bu hislerden kurtulurum diye. Birkaç kere koltuğunu tekmeledi. Sinirini nereden çıkaracağını bilmiyordu. Saçlarını yoluyor, yere oturuyor, kalkıyor, koltuğu tekmeliyordu.

Gücü tükenince saçlarını çekiştirip yere oturdu. Kendi kendine fısıldamaya başladı.

"Öleyim, lütfen. Lütfen gideyim. İstemiyorum. Lütfen, Tanrı'm, gelmeme izin ver. Dayanamıyorum." Kafasına vurup saçlarını yolmaya devam etti. Yerde çoktan bir sürü saç teli birikmişti.

Sonunda biraz olsun sakinleşince gözü komodinin üstündeki aile fotoğradına kaydı. Babası ve annesi şuan işte olmalıydı. Akşam olduğunda eve döneceklerdi ve belki de Jeongin'in ısrarı üzerine eve pizza sipariş edip film gecesi yapacaklardı. Yani, en azından önceden hep böyle olurdu. Şimdi babası yurt dışına çalışıyordu ve annesi yalnız kalıyordu. Yaklaşık 2 yıldır ayrılardı ve bir süre sonra aramalar azalmıştı. Özlem artmasına rağmen üçü de "yoğun hayatları" yüzünden birbirini arayacak vakit bulamıyorlardı.

Soğuk zeminde ağlayarak uyuyakaldı.

war with myselfWhere stories live. Discover now