seven

12 2 0
                                    

Ertesi gün ve sonraki 4 gün evden çıkmadı. Noodle dışında bir şey yemedi. Başı feci şekilde ağrıyordu. Halsiz ve mutsuzdu. Tüm gün dizi izliyor ve yatıyordu.

Telefonu çaldı. Normalde olsa şaşırır, evde ordan oraya koşuştururdu fakat şimdi o gücü yoktu. Evde olduğu süre boyunca bir kaç kere nasıl ölebileceğini araştırmış ve uzunca düşünmüştü.

Telefonu açtı ekrandaki Seungmin yazısını gördükten sonra.

"Alo?"

"Jeongin! Neredesin sen? Kaç kere aradım seni, neden açmıyorsun? Neredesin? İyi misin? Bana evinin adresini verir misin lütfen!?"

"Uhm, iyiyim Seungmin. Kafa iznine çıktım," dedi gülmeye çalışarak. Sonsuz bir kafa iznine çıkmıştı. Muhtemelen Seungmin'i bir daha göremeyecekti ve sonsuz kafa iznine çıkmadan önce Seungmin'in sesini duymanın iyi olacağını düşünerek açmıştı telefonu.

"Jeongin, lütfen. Seni görmeme izin ver. Ya sen gel ya da bana adresini ver, lütfen."

"Seungmin, iyiyim diyorum. Gerçekten. Kendime izin veriyorum."

"Daha ne kadar izinlisiniz acaba Bay Yang?"

Jeongin kıkırdadı. "Bir süre daha. Sadece 1 gün kadar. Sonra döneceğim." Hüzünlü bir gülücük ve yaşlarla dolu gözlerle konuşmaya devam etti. "Bir gün daha ver bana lütfen. Kendimi daha iyi hissedeceğim. Sonra hep mutlu olacağım."

"Jeongin?" Hıçkırık sesi duydu. Şaşırdı. Seungmin ağlıyor muydu? Seungmin konuşmaya devam etti.

"Seni de Hyunjin yüzünden kaybetmek istemiyorum. Changbin'den sonra senin de ölümünün sebebi olursa bu sefer onu affedemem. Changbin'i kurtaramadım ama imkanım varken bırak da seni kurtarayım, lütfen?"

Yatağında oturur pozisyona geçti.

"Ne diyorsun Seungmin? Changbin kim?"

"O benim sevgilimdi Jeongin. Hyunjin onu öldürdü."

Şiddetli bir hıçkırık daha duydu.

"Lütfen, Jeongin yapma. İzin ver yardım edeyim. Ben biliyorum bu senaryoyu! Sonunda ne olacağını biliyorum. Sonunu değiştirmeme izin ver, lütfen!"

Jeongin hızlıca telefonu kapatıp mesajlar kısmından Seungmin'e adresinin mesajını attı. Yataktan kalkıp sersemce etrafı topladı.

Seungmin gelene kadar evi havalandırıp üstünü değiştirdi. Stresliydi. Ne demek Hyunjin Changbin denen o çocuğu öldürmüştü? Nasıl? Tamam, zorba bir insan olduğunu anlamıştı daha birkaç gün önce. Ama yine de Hyunjin'in kasıtlı olarak birini öldüreceğini düşünmüyordu.

Zilin sesiyle kendine geldi.

Seungmin ona sıkıca sarılınca ne yapacağını şaşırdı. "Oh, Seungmin, iyiyim. Gerçekten."

Seungmin'in vücudu titriyordu. Ona bir bardak su verip oturma odasına götürdü. Kendisi farklı bir koltuğa, Seungmin'den uzağa oturmak istemiş olsa da Seungmin onu bırakmadı. Kolundan tutup hemen yanına oturttu.

Biraz Seungmin'in sakinleşmesini bekledi. Bir süre sonra daha Jeongin sormadan Seungmin anlatmaya başladı.

"Changbin benim erkek arkadaşımdı. Ne dersin bilmem, eşcinselim ben. Changbin'i çok seviyordum. Yemin ederim, tüm hayatım oydu benim. Beni anlıyordu. Düşünebiliyor musun, beni tamamen anlıyordu. Ne hissettiğimi, ne istediğimi, her şeyi."

Ağlaması tekrar şiddetlendi.

"Çok mutluyduk biz! Ta ki o piç herif bizi öğrenene kadar. Tüm okula söyledi bunu. Herkes bize o kadar kötü davrandı ki! Changbin'i her sabah zorla tuvalete götürüp yüzüne paspasın ıslak ucuyla vuruyorlardı. Neymiş, belki beyni temizlenirmiş. Siktiğimin gerizekalıları! Hyunjin ve onun tayfası!"

Peçete uzattı ona Jeongin.

"Changbin'in annesi onu çok seviyordu. Olanları duyunca okula geldi. Tam da şey olurken geldi."

Elini alnına koyup kendini sıktı Seungmin.

"Ne olurken?"

"Onlar..."

Seungmin derin bir nefes aldı. Hem sinirleniyor hem de ölesiye üzülüyormuş gibiydi.

"Onlar Cahngbin'in penisinin olup olmadığıyla ilgili şaka yaparlardı hep. O gün daha ileri gidip onu soymaya çalıştılar. Annesi bunu gördü. O çocukları kovup Changbin'e sarıldı. Tüm okul onları izliyordu. Gidip destek olmak istedim. Yemin ederim. Ama Changbin defalarca asla ama asla yanına gitmememi söylemişti. Benim iyiliğim için."

Kolunun tersiyle yüzünü sildi toparlanmak ister gibi.

"Hyunjin, o gün, annesi ve Changbin sarılırken arkadaşları ile tüm okulun önünde onların ne kadar acınası olduğunu söyleyip onları daha da kötü hissettirdi. Changbin'e kendisini öldürmesini söyledi. Böyle yaşamaya devam ederse utançtan ölür diyeymiş, öyle diyor prens hazretleri!"

Saçlarını geriye attı. Ağzını açıp konuşmaya devam etmek istiyor gibiydi. Bir süre bir şey diyemedi. Zorlanıyordu. Sonunda konuştu.

"O gece öldü."

3 dakika 24 saniyelik bir sessizlik.

"Evine gittiğimde odasında tavana asılı havada süzülüyordu."

Sesini yükseltti Seungmin.

"O bunu hak etmedi!"

Daha da yükseltti sesini.

"O bunu hak etmedi! Çok iyi biriydi! O pislik herifler yüzünden öldü! Biliyorum, onlar yaptı! Orospu çocukları! Changbin intihar edecek biri değildi! Ona öyle şeyler söylediler ki dayanamadı!"

Jeongin Seungmin'e sıcak bir sarılma verdi. Bir süre sarıldılar. "Sen de onun yüzünden ölme lütfen."

Burnunu çekti.

"Onun yüzünden değil. Ben..."

Ne diyeceğini bilemedi.

"Ben kendimden nefret ediyorum. Bu vücutta Jeongin olarak yaşamaktan nefret ediyorum. Dayanamıyorum aynaya bakmaya, sesimi duymaya, düşüncelerime, hislerime, hiçbir şeyime. Dayanamıyorum."

Seungmin Jeongin'in elini tuttu. "Sana destek olabilirim. Yanında dururum. Seni anlamaya çalışırım. Belki doktora gitmek istersin, hm? İstemezsen de sorun değil, ben bir yolunu bulurum ama lütfen şansım varken sana yardım edeyim?"

Jeongin elini çekti. Bir anda sinirlendiğini hissetti.

"Changbin'i kurtaramadığın için vicdan azabı çekiyorsun, değil mi? O olay olmasaydı eminim umurunda olmazdım. Fırsatın varken sırf korktuğun için onu kurtaramadın ve şimdi gelmiş vicdanını rahatlatmak için bana yardım etmek mi istiyorsun?!"

"İyi değilsin. Bu söylediklerini ciddiye almayacağım."

Bu söylediklerini ciddiye almayacağım.

Bu cümle defalarca Jeongin'in kafasında yankılandı. Bunca zaman zaten kimse onu ciddiye almamıştı ki. İyi olsa da olmasa da...

Alaylı bir şekilde güldü.

"Bana engel olma, tamam mı? Daha iyi olacağım ben. Kurtarma beni, bana yardım etme. Hayatına bak, Seungmin."

Seungmin kafa salladı.

"Hayır, Jeongin-"

"Biraz dinleneceğim. Derse git istersen."

Jeongin kapıyı açıp ondan, nazik olduğunu düşündüğü bir şekilde gitmesini istedi.

Seungmin bir şey diyemedi. Çıkıp ayakkabılarını ayağına geçirdi. Tam bir adım atmıştı ki Jeongin seslendi.

"Seungmin-ah, teşekkür ederim."

"Ne için?"

Her şey için. Benimle konuştuğun için bile. Varlığın için teşekkür ederim, Seungmin.

"Ders notları için. Teşekkürler."

Önemli değil, Jeongin. Yalnız kalırsan iyi olacağını biliyorum. Kısa sürede iyileş olur mu? Sana daha çok not getireceğim.

"Önemli değil, Jeongin-shii."

İkisi yaşlı gözlerle ve buruk gülüşlerle birkaç saniye birbirlerine baktılar. Sonra Jeongin uyumak için içeri girdi.

war with myselfWhere stories live. Discover now