Benim hikayem, bir aşk hikayesi veya sonu hüzünle dolu bir yaşanmışlığı anlatan roman değil. Benim hikayem, gerçek olamayacak kadar güzel bir rüyanın eşiğinde olan, uykunun bitimine yakın, olayların sarpa sardığı, hatta hayallerin yıkıldığı bir hikayedir. Ve bu rüyayı yaşamak, rüyanın içinde olmaktan daha zordur.
***Yağmurun camlarda oluşturduğu damla lekelerine takılmıştı gözlerim. Gökyüzünün griliği, havada çakan şimşeklerle yok oluyor, yerini mora yakın maviye bırakıyordu. Karşımda oturan bitkin bedenin, en göz alıcı noktası mor saçlarıydı. Elindeki papatya çayıyla benim daldığım noktaların yakınına ilişti gözleri. Belli ki, benim nereye baktığım ilgisini çekmişti.
"Hayatın boyunca hiç... Affedemeyeceğin bir şeyle karşılaştın mı Eliz?"
Ani gelen soru karşısında biraz afallamıştım. Zihnimin derinliklerine inerek, gerçekleri görmek istiyordum. Ve...Evet. Karşılaşmıştım.
Yağmur damlaları... Onları affedemezdim. Dokundukları noktaya bıraktıkları izleri bir başka güç temizlemedikçe oradan gitmiyorlardı. Gözlerimin izlediği her damla yolu, arkasında eserlerini bırakarak ilerliyordu. Gittikçe küçülmesinin ardından, arkasında bıraktıklarını umursamadan yok oluyordu. Bu yüzden yağmur damlalarını affetmem mümkün değildi."Ben... sanırım bilemiyorum..."
Hafifçe büzülen dudaklarının arasına, sigarasını sıkıştırdıktan sonra, yüzüme bakmaya başladı. Gözlerinin ağırlığını hissedebiliyordum. Tam üzerimdeydiler. Ve beni ciddi anlamda rahatsız ediyorlardı.
"Saç renginden dahi nefret ettiğim bir annem var benim. "
Şaşırmamıştım. Evi terk etmesinin, evden kurtuldum demesinin bir nedeni olmalıydı ve o neden buydu.
"Bana her baktığında, yüzüne milyonlarca küfür savurmamak için kendimi zor tuttuğum bir anne..."
Sesi ağlamaklı çıkıyordu. İçinin annesi nedeniyle bu kadar dolu olmasıydı beni şaşırtan.
"12 Temmuzda doğurmuş beni. "
"Doğmuşum demiyorum. Doğurmuş. Çünkü o "um" eki insanın bir şeyi kendisi istediği için yaptığında kelimeye getirilir. Küçük bir ek. Bunun anlamını biliyor musun?"Söyledikleri beni şaşırtmaya yetmişti. Ergenlik döneminde neden doğduğunu sorgulayan ve daima siyah giyinen o kızlar gibiydi. Doğumu kabul edemiyorlardı. Belki de gerçekleri tümüyle görebilen insanlardı onlar. Yapacakları hamlelerin büyüklükleri, onların omuzlarında bir hayli yük bırakıyordu.
Sessiz kaldım.
"El bebek gül bebek yetiştirmişler. Kılıma zarar gelse dünyayı yakabilecek kadar el bebek..."
Belli oluyordu. Bu kadar şımarık olmasının tek açıklaması buydu.
"Tabi bir de o zavallı aptal ablam var."
Zavallı aptal abla... ablasının olduğunu yeni öğrenmem bir yana, ona bu şekilde hitap etmesi çok şaşırtıcıydı.
"6 yaş fark var aramızda, ve benden on kat daha güzel. "
Kahkaha attı. Gülüşündeki içtenliğe sebep olan, ablasının güzelliğ miydi? Yoksa kendi söyledikleri komik mi gelmişti?
"Sapsarı saçları var. Beline falan geliyor. Gözleri kahverengi ama kocaman. Yüzüne ilk baktığında gözleri dikkatini çeker. Zayıfta..."
Gözlerini kapatarak sigarasından bir nefes daha çekti. Gri puslu dumanını yüzüme gelmemesi için başını sağa döndürerek dışarıya attı. Ve gözlerini açtı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAPLANTI
Teen FictionDeniz mi daha dalgalı yoksa onun saçları mı ? Yapraklar mı daha yeşil yoksa onun küçük gözleri mi? Elmas mı daha parlak yoksa onun gülüşü mü ? "Benim misin?"