Hyunjin acele ediyordu, çok endişeliydi. Diğerleri de Hyunjin'den dolayı panik yapıyorlardı.
Minho da ne kadar endişeli olsa da gözlerini alamıyordu Han'dan. Hyunjin kötüyken kalbinin heyecanla çarpmasından dolayı kendine kızıyordu, içinden "Saçmalama Minho!" diye geçiriyordu.
Sonunda şehire indiler, Hyunjin arkadaşlarına onların burada beklemesini söyledi. Atıyla hızlı hızlı Jeongin'inlerin manavının kurulu olduğu yere gitti. Jeongin yine kitabına dalmıştı, şiir okuyordu.
Jeongin kitap okumayı seven birisiydi. 13 yaşındayken annesi ile babası anlaşamadıkları için ayrıldılar. Jeongin ise babasıyla yaşamaya karar verdi, babasını daha çok seviyordu. Annesini merak ediyordu tabii ki ama pek de ilgilenmiyordu. Küçük çocuk annesinden şefkat görmemişti ki, genellikle aradığı sevgiyi babasında ve kitaplarında buluyordu. Her şeyin ilkini kitaplarla öğrenmişti: Aşkı, şefkati, gerçek iyiliği ve kötülüğü yani kısaca neredeyse hayatla ilgili çoğu şeyi. Bu nedenle de kitaplara çok düşkündü, bazen zamanı unutuyor ve işleri aksatıyordu. Babası da bu duruma sinirleniyordu tabii.
Hyunjin derin nefes alarak "Selam Jeongin." diye konuşmaya başladı. "Nasılsın?"
"İyiyim Hyunjin daha doğrusu Prens Hyunjin, sen nasılsın?"
"Prens olduğumu öğrendin demek ki, kızdın mı bana?"
"Hayır neden kızayım ki, bir insanın ne olduğu pek önemli değil. Söylemediğin için diye diyorsan da, bunun için de kızmadım. Herkes her şeyi söylemek zorunda değil ki!"
"Teşekkür ederim Jeongin saygıyla karşıladığın için. Ben de iyiyim, seni gördüm daha iyi oldum."
"Gerçekten mi?"
"Evet, neden şaşırdın ki?"
"Çünkü sen bir prenssin ve bu inanılmaz bir şey!"
"Bence inanılmaz diye bir şey yoktur, hm? Eee bana şiir okumayacak mısın?"
"Tabii ki okurum, bugünün favori şiirimden bir kısmı okuyayım sana:
'...Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar...
...Sesinde ne var biliyor musun
Söylemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki ama günün bu saatinde anıt gibi durular
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var'*""Wow, bu çok güzelmiş! Bayıldım. Şey Jeongin, benim gitmem gerekiyor zamanım kısıtlı. Sorgusuz sualsiz bir şekilde yalan söylememe rağmen sıcakkanlı davrandığın için teşekkür ederim. Yarın saraya gelmek ister misin?"
"Ciddi misin? Bu inanılmaz! Tabii ki isterim Hyunjin. Bu çok heyecanlı!!" dedi gözleri parlayarak.
Hyunjin aşıktı, ve bu duyguya bayılıyordu. Jeongin'in gözlerine bakmak bile alevlendiriyordu ateşini. Hyunjin bir ateşteydi, cehennem ateşi gibi ama yanmıyordu. Tüm hayatına rağmen riski göze alıyordu, yanmamasının sebebi de buydu. Çünkü onun büyük gönüllülüğü cehennem ateşinden bile büyüktü. İlk görüşte aşk yalan derler, o zaman bu neydi ki?
..........................
"Jeongin'i saraya davet ettim." dedi kafası önünde atıyla saraya ilerlerken."Buna nasıl cesaret ettin?" diye şaşırdı Chan.
"Seninle işimiz iş, al başına belayı biz çekelim Hyunjin Bey." diye uğraştı Han. Minho ise güldü buna. Hoşuna gitmişti çünkü. Han, Minho gülünce ona baktı. Göz göze geldiler, işte o an onlar için cennet suyundan alınmış bir yudum gibiydi.
....................
*8.10 Vapuru- Cemal Süreya
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the prince|hyunin
FanfictionHyunjin, baskıcı bir kralın oğluydu. Kral Hyunjin'in hayatını yönetiyordu, Hyunjin'in tek yaptığı ise ona verilen rolü oynamaktı. Ama bir gün Hyunjin, rolünün dışına çıktı; köylü olan Jeongin'e aşık olarak.