boş şişe dolu hayaller

2 0 1
                                    

Havanın soğukluğu kendini belli ediyordu ve insanı üşütüyordu. Kimin umrundaydı? Kendimi canlı hissettiren nadir şeylerdendi.
Camı sonuna kadar açtım ve soğuğun beni ele geçirip hissizleştirmesine izin verdim. Soğuk yavaş yavaş bedenimi sonra da zihnimi hissizleştirdi. Üşüdüğümü hissettim. Umursamadım.
Aşağı kattan "ablaa" diye bi bağırış sesi duyana kadar oturduğum yerden kalkmadım kaç saat olmuştu bilmiyorum ama oturduğum da zifiri karanlık olan gökyüzü şu an bulut ve kendini gizlemeye çalışan güneşle dans ediyordu.
Yavaşça oturduğum yerden kalktım odamın camını kapattım, üzerime dolaptan bir hırka çıkartıp giydim beni çağıran kardeşimin yanına bu güçsüz, asık yüzle gitmek istemediğim için banyoya geçip musluğu açtım ve buz gibi suyu yüzüme ard arda çarpmaya başladım. Kafamı kaldırıp yüzümü yan tarafta duran havluyla kuruladiktan sonra ayna da kendimle göz göze geldim. Duş alıp kurutmadan dağınık bir şekilde topuz yaptığım saçlarım kuruyup, kabarmisti goz altlarim morarmış, yüzüm sanki mümkünmüş gibi daha da beyazlamisti 2-3 kilo daha vermiştim ve neredeyse kemiklerim sayılıyordu. Üzerimde bol gri bir eşofman siyah bir atlet ve uzun siyah kalın bir örme hırka vardı. Çökmüş bedenime bakmayı kesip banyodan ve ardindan odadan çıktım ve assagi indim. Sağ tarafa dönüp evin koridorunda bir müddet yürüdükten sonra kardeşimin odasının önüne geldim. Son bir kez derin bir nefes aldım ve rolüme hazırdım. Yüzüme en tatlı gulumsememi takindim ve kapıyı açtım.
"Çınar noldu ablacım?"
Yatakta oturur pozisyona gelmiş pijamalariyla oturup bana bakan çocuğa baktım. Kardeşime.

"Kabus gördüm yine. Benimle uyur musun?"

"Tamam hadi yatalım."

Sonra yatağa uzanan kardeşimin yanına yattım. Saçlarını okşadım, sevdim, sarıldım, ağladım.

Aslında uyumak gibi bir niyetim yoktu ama günlerin yorgunluğundan, uykusuzluğundan çöken bedenim uykuya yenik düşmüştü.
Rahatsız kabuslarla dolu bir kaç saatlik uykunun ardından uyandım. Çınar hala uyuyordu saat sabah 10'u geçmişti. Onu rahatsız etmeden odadan çıktım, mutfağa gittim. Çınar için bir tost ve süt kendime de kahve yaptım. Çınar'ı uyandırıp kahvalti yapmasini söyledikten sonra odama gittim. Odamın orta genişlikteki balkonuna girdim kapısını kapattım. Soğuk yüzüme çarptı havalar artık iyice soğutmustu. Kahvemi küçük kahverengi, ahşap masaya bıraktım sandalyemi çektim ve oturdum. Kahvemden bir yudum aldıktan sonra sigara yaktım ve manzarayı izlemeye başladım. Gri bulutlar, etrafta koşturan gergin insanlar, beton yığınları. Ne kadar güzel bir manzara olduğu tartışılırdı, umrumda değildi. Ankara
Ayazı, kasveti, insanları...
Çoğu kişi sevmezdi bu şehri ama ben seviyordum tam olarakta insanların sevmediği bu özelliklerini hem de. İçine çekiyordu, ne gidebiliyorsun ne de barınabiliyorsun bu şehirde. 
Sigaranın külünü yavaşça küllüğü döktüm kahvemden bir yudum aldım ve yaptığım işe devam ettim. Yani hiçbir şey yapmamaya.
Masanın üzerinde duran telefonum çalmaya başladı. Arayan kişi Ezgiydi. İstemeye istemeye açtım telefonu.

"Efendim."

"Bu gün de mi yoksun?"

"Sence Ezgi?" Gelmeyeceğimi bile bile her sabah aramaktan vazgeçmiyordu.

"Artık gel Hazal. Seni özledik. Biliyorum gelmek istemiyorsun ama bir uğra bari."

"Tamam gelirim bir gün."

"Her seferinde beni böyle geçiştiriyorsun."

"Bunun farkındaysan neden her gün arıyorsun Ezgi? Arama o zaman rahat bırak beni."

"Kendini iyi hissedince lütfen gel. Görüşürüz."

Ardından bir şey dememe müsade etmeden telefonu kapattı. Gerçekten okula gitmeyeli ne kadar zaman olmuştu?

Kahvemden son yudumu alıp balkondan çıktım. Aşşağı indim. Çınar'ın boş bardak ve tabağını makineye koyduktan sonra odasına gittim.

"Giydin mi kıyafetlerini Çınarcım?"

"Evet abla."

"Çantan hazır mı? Servis gelir birazdan."

"Evet hazır."

"Tamam canım. Hadi çık ayakkabılarını giy. Çantanı da bana ver."

Anahtarı alıp evin önüne çıktık servis geldiğinde tam Çınar biniyordu ki arkasını dönüp;

"Seni çok seviyorum abla." Dedi.

Hiçbir şey diyemeden servisin kapısı kapandı. Orda öylece kaldım bir süre gözlerimden yaşlar akıyordu. Biraz kendime gelince eve girdim, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Çok yorulmuştum. Yaşadıklarımı artık kaldiramiyordum, kabullenemiyordum. Yere çöktüm ve artık çığlık çığlığa isyan etmeye başladım.

"Neden Allahım? Neden? Neden? Neden? Neden ben?" Boğazımdan bir hıçkırık daha koptu.

"Kaldıramıyorum bu kadar şeyi. Neden hepsi üst üste geliyor ki? Neden beni bu kadar acıyla siniyorsun? Bu kadar dayanıklı değilim, kaldıramıyorum. Görmüyor musun?"

Bir süre daha ağladım. Artık gözyaşım akmayana, gözlerim kuruyana kadar.
Sonra ayağa kalktım. Bu sadece fiziksel bir ayağa kalkma değildi. Kendimi ve herşeyi toparlamak için ruhsal bir ayağa kalkmaydı. Eğer tek olsaydım çoktan boynuma bir ipi dolamıştım ama küçük bir kardeşim vardı ve onun için dik durmalıydım, toparlanmalıydım.

Artık yaşadıklarımı kabullenip ayağa kalkmanın zamanı gelmişti.

OnsraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin