Elt ayının ilk günleri Relis Krallığı'nın batı yakasında soğuk bir gecenin ardından süzülen günün narin ve kırılgan ilk ışıklarıyla başlardı. Ağaçlar değişen mevsimin fısıltısıyla yapraklanır doğanın yeşilinde kaybolup giderdi. Ama günler hala serinliğini korurdu nitekim bir önceki mevsim dağları, tepeleri, ovaları, vadileri, köyleri ve kasabaları bembeyaz örtünün altına saklamıştı. Gezegenin tabiatında vardı bu, her mevsim kendi gücünü doğaya iliklerine kadar hissettirirdi.
Ayrıca Elt ayı Faldesyaların da en sevdiği aydı. İri cüsseleri ve alev saçan ağızlarıyla Faldesyalar, ejderhaların uzak akrabalarıydılar. Ejderhalardan tek farkları kolayca ehlileştirilebilmeleri ve bu sayede sırtlarında yolculuk yapılmasına imkân sağlamalarıydı. Elt ayını neden sevdiklerine gelince korkutucu güce sahip bu uysal yaratıklar gün ışığında serin rüzgâr akıntısına kapılıp uçmaya bayılırlardı.
Genel yaşam alanları Pirel, Befrul ve Relis Krallıkları olan Faldesyalar, Relis Krallığında ayrı bir öneme sahiptiler. Hatta öyle ki krallığın insanları ve de kanunları onları kutsal yaratıkları olarak kabul etmekteydi.
Relis Krallığına değinmişken krallığın Rel nehri kıyısına serili başkentinde nehrin doğduğu gölün hemen dibinde yer alan sarayda genç bir adam yaşamaktaydı. Yirmi yaşına girmesine günler kalan bu genç adam sarayın ve dahi krallığın sahibi Kral Regloras'ın manevi oğluydu.
Kral Regloras, Ülgen kıtasına egemenliğini sürdüren yedi krallıktan biri olan Relis'in zümrüt yeşili gözlü, bilgisi kıtasında ki herkesi kolaylıkla alt edebilecek derinlikte ki yüce kralıydı. Gücü her şeye yeten her sorunu çözen, adil ve merhametli biri olarak anılırdı. Lakin kral Regloras'ın da önleyemediği daha doğrusu durduramadığı bir şey vardı. Akıp giden zaman. Altmışlarının başında olan kral, her ne kadar dinç görünse de zamanın acımasızlığına yenik düşmeye başlamıştı. Saçlarında dalgalanan birkaç siyah telin dışında geri kalanları alabildiğince beyaz ve ona yakın gri tonlarındaydı. Hayat yolculuğu yüzünde yollar açmış, kaybettiklerinin acısı gözlerinde yorgunca bir yer edinmişti. Tüm bunlara rağmen hala dik durabilmesi ve gücünün doruklarında olduğunu hissettirebilmesi de apayrı bir yetenekti.
Kralın manevi oğluna geçmeden önce bir kızı olduğunu da eklemek lazım. Yirmilerin başında olan bu prenses adını geceleri gökte beliren iki uydudan biri olan Mino ve Odlus üzerinde yaşamı mümkün kılan güneşleri Sa'dan alıyordu. Prenses anlamına gelen Noren unvanıyla herkes onu Noren Minosa olarak bilirdi.
Kralın manevi oğlunun adıysa Aril'di. Saflığın ve temizliğin işaretçisi anlamına gelen bu isimle beraber gayet neşeli, deli dolu ve zekâsı da akranları arasından parlayıp çıkacak ölçüde olan bir genç olduğu hemencecik fark ediliyordu. Ama kendisinin de kabul ettiği üzeri akıl oyunlarında asla prenses Minosa ile karşılaştırılamazdı. Prenses Minosa'da bir Faldesya'ya binmek ve ona hükmetmek konusunda Aril'le karşılaştırılamazdı.
Elt ayının ilk gününü de bu konuda iddialaşarak geçiriyorlardı. Sarayın bahçesinden de öteye uzanan çayırlarda yanlarında birer Faldesya ve onlarca askerle uçuş hazırlıkları yapıyorlardı.
"Bu sefer hiç şansın yok Aril, babamın kütüphanesinden Faldesyalar hakkında birçok kitap alıp okudum ardından dün ikindi vakti bir tanesiyle uçmayı denedim." dedi Minosa siyah saçlarını arkadan toplarken ve topladıktan sonra dizliklerini takmak için eğildi.
Ona alaycı bir bakış atan Aril "Bu iş öyle kitap okuyup ardından da bir kez binmekle olmaz. İşin asıl olayı pratikte yatıyor. Her Faldesyanın karakteri farklıdır. Kimi kanatlarına yakın noktaya oturmanı ister kimi başına yakın noktaya. Bunu kitap okuyarak değil bizzat yaşayarak öğrenebilirsin." dedi ve dizliklerini takan Minosa'nın kaskını geçirmesini izlemeye koyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ODLUS: TİRAN OKYANUSU LANETİ
FantasyUzak bir gelecekte, bambaşka bir galakside ve bambaşka bir yıldızın yörüngesinde dönen Odlus gezegenini iki kıtaya bölerek birbirleriyle savaşmaktan başka bir şey yapmayan Ülgen ve Erlik halklarını ayıran Tiran Okyanusu Laneti 802. yıldönümünde bi...