hayat gariptir, hatta o kadar gariptir ki bazen yaşadığımız şeyler bize normal veya alışageldiğimiz bir durummuş gibi gelir. şu anda da o durumlardan birinin içinde gibi hissediyordum.
"jeongin! müşteri geldiyse ilgilenir misin, kutuları taşıyorum."
düşüncelerimden sıyrıldığımda biraz ileriden kitabevin sahibi olan kadının sesini duymuştum. sanırım tanıdığı biriydi. sonunda öyle durmayı bırakıp konuşmak için adını şimdi öğrendiğim jeongin'in yanına adımlamıştım.
"bu kadar çabuk- hatta bir daha karşılaşacağımızı sanmazdım." ellerini ceplerine sokup, parmak uçlarında yükselip inerken kurduğu bu cümleye aşırı katılıyordum.
"değil mi... ben de hiç sanmazdım. burada çalışıyorsun sanırım? seni daha önce görmemiştim."
cevap vereceği sırada, az önce jeongin'e seslenen ve benim de yüzüne fazlasıyla aşina olduğum güler yüzlü kadın yanımıza gelmişti.
"ah. tanıştınız mı çocuklar?" her zaman olduğu gibi gülümseyerek konuşuyordu, cümlesine devam ettirmişti. "yine de söyleyeyim. hyunjin, bu yeğenim jeongin. jeongin, bu da hyunjin." beni tanıtırken parmağıyla gösterdiğinde hafifçe gülümsemiştim.
yeğeniniz bugün üstüme düştü, çarpıştık diyemedim.
"memnun oldum hyunjin."
kendi kendime devam ettirdiğim oyuna ortak olmuştu, sanırım bayan hanbyul bugünkü olayı bilmese de olurdu. bir şey olacağından değildi tabii ama açıklamak ve anlatmak zor geliyordu. ayrıca zaten teknik olarak düşünürsek şimdi tanışmış sayılıyorduk.
"ben de memnun oldum, jeongin." gülümsemeyle uzattığı elini sıkarken aklıma düştüğümde kalkmam için uzattığı eli gelmişti.
illa tutacaktım demek ki bu eli.
"jeongin, rafları düzenleyeceğim sen hyunjin ile ilgilen." jeongin bir şey demeden kafasını salladığında bayan hanbyul çoktan arkasını dönüp uzaklaşmıştı.
"tuhaf gerçekten..."
"bence biraz daha düşününce pek de tuhaf değil."
verdiği cevap bile tuhaftı bir kere. tesadüflere inanan biri değildim bu yüzden de hâlâ şaşırıyor sayılırdım.
"nasıl değil? her gün böyle bir şey yaşamıyorsun ya. buraya gelen bir müşteri olsaydın daha az tuhaf olurdu. ama genelde hep uğradığım kitapçının yeğeni çıktın..."
"ne olmuş yani. kitapçının bir yeğeni olamaz mı?"
bahsettiğim şeyden farklı bir şey söylemişti. bilerek yaptığına emindim. zaman geçtikçe şaşkınlığım git gide azalıyordu ve bu yüzden de mantıklı bulmaya başlıyordum karşımdaki çocuğu.
"her neyse, buralarda bir eskiz defteri gördün mü-"
"bundan mı bahsediyorsun?"
defterimi havaya kaldırıp göstermişti. almak için uzandığımda geri çekilmişti. yaptığı bu hareketle anında kaşlarım çatılınca da gülmüştü.
"bir şartla veririm."
"defter benim zaten. ama peki, neymiş şartın?"
"çizimlerine bakmak istiyorum sadece... bu kadar yükselmene gerek yok hyune."
adımı bu şekilde duymak -daha doğrusu onun ağzından bu şekilde duymak- tuhaf hissettirmişti. ama kötü anlamda bir tuhaflık değildi bu. ve bugün ne de çok tuhaf şeylerin içinde buluyordum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
generation why
Fanfictionkitaplardan çıkmamıştık, yazılan şarkıların da bir parçası değildik. ama yang jeongin ilk bakışta merak uyandırıcı bir kitap, ilk dinleyişimde bağımlılık yapan bir şarkı gibi damdan düşercesine girmişti hayatıma.