14

45 7 0
                                    

içim kıpır kıpırdı, yerimde duramıyordum. aynadan son kez saçlarımı ve gömleğimi düzeltip jeongin'in yanına adımladım.

"jeongin, hazır mısın?"

geldiğimi fark etmemiş olacak ki hafif sıçradı.

"hazır sayılırım-" o da son kez saçını düzelttiğinde bana dönüp cümlesini tamamladı.

"şimdi hazırım."

baştan aşağı beni incelemeye sonra da konuşmaya başladı.

"her zaman güzel olman şaka gibi ama değil."

"şikayetçi misin güzelliğimden yoksa?"

"bu mümkün değil, hyunjin, biliyorsun." diyip göz kırptı.

biliyordum... bunu sürekli söyler dururdu zaten.

"çıkıyoruz o zaman hadi." elinden tuttum ve apartmandan inmeye başladık.

"sevgilim beni romantik bir randevuya götürüyor, çok heyecanlı."

caddeye çıktığımızda kolunu omzuma atıp beni kendine daha çok çekmişti. bir an gözüm etrafımızdaki insanlara kaydı. hayır, böylesine güzel hissediyorsam kimseyi umursamamalıydım. o yüzden ben de jeongin'in yanağına bir öpücük bıraktım.

"sevgilin bu tür işleri çok sever, biliyorsun."

"bilmez miyim? benim naif sevgilimin aklı çok güzel düşünür."

yine yapıyordu, her zaman yapıyordu bunu. beni sevgimden mahveden sözcüklerini dudaklarından çıkarmıştı.

tiyatro salonuna geldiğimizde içeri girdik, çok önlere değil ama sahneyi de rahat izleyeceğimiz yerimize oturduk. oyun başlıyordu ve etrafımızdaki hava çok hoştu.

oyunun biraz ilerleyen saatlerinde daha çok keyif almaya başladık.

"insan sevdikçe güzelleşir, güzelleşince de bir pırıltı verir dünyaya kendinden."

jeongin bu sözden sonra bana döndü ve kulağıma doğru yaklaştırdı kafasını. 

"ne kadar da doğru. ama ben pırıltımı senden aldım. sayende parlıyorum ve dünyayı da parlatabilirim gibi hissediyorum."

şu an, jeongin'in söylediği tüm bu şeyler shakespeare'in sözlerinden daha romantikti benim için.

"bu ışıltıyı birlikte büyütüyoruz sevgilim," demiştim sadece. izlemeye devam ettik, daha önce okumuş olmamız daha da güzel hissettiriyordu izlerken.

oyun bittiğinde ise acelesi olmayanlar yavaş yavaş kalkarken bir yere yetişecek olanlar hızlı davranıyorlardı.

"bayıldım, oyunculukları çok değerliydi. beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim yıldız çiçeği."

"beğenmene sevindim, zaten az çok biliyordum seveceğini. sevgilimin neleri sevdiğini biliyorum sonuçta." kendimi bilmiş konuşmamın sonunda gülmüştük.

"sevgilinin en çok seni sevdiğini biliyor musun peki?"

"bilemiyorum... göstermesi gerekiyor neyi sevdiğini."

elbette ki biliyordum. sadece ağzından çıkacak o sihirli sözcükleri tekrar duymak istiyordum. aynı zamanda da tiyatro salonunun koridorunda yürüyorduk ve bir an ikimiz de durduk.

yüzümü nazikçe avuçlarının içine aldı. gözümün altındaki bene bir öpücük kondurdu.

"bunu seviyorum," sonra tekrar gözlerime birer öpücük kondurdu. "ve bunu," sonrasında saçlarıma ve rotasının son durağı da dudaklarım olmuştu. "ve de bunları..."

"seni seviyorum, yıldız çiçeği. kelimelerle aranın iyi olmamasına rağmen bir şeyler söylemek için kendini zorlamanı, güzel sanatını da."

"bana diyecek hiçbir şey bırakmıyorsun ama bir o kadar da çok şey söylemek istiyorum."

"eğer konuşmakta zorlanıyorsan ne yapmalısın biliyor musun hyunjin?"

kafamı olumsuz anlamda sallayıp 'bilmiyorum' dedim.

"işte bunu yapmalısın," diyerek bizi koridorun sonuna götürdü ve dudaklarıma kapandı. yavaşça öpüşüyorduk. birimizin eli, diğerimizin saçına karışıyordu.

ruhlarımız birbirini bulmuştu. kaykaycı çocuk sayesinde sonunun gelmesini istemediğim bir yolculuktaydım sanki.

"gözlerim ressam oldu senin güzelliğine,kalbimin levhasına nakşetti görüntünübedenim de çerçeve oldu senin resminederinlikle güçlendi sanatın en üstünü

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

"gözlerim ressam oldu senin güzelliğine,
kalbimin levhasına nakşetti görüntünü
bedenim de çerçeve oldu senin resmine
derinlikle güçlendi sanatın en üstünü."

generation why Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin