I Don't Trust You

78 8 31
                                    

"Köprünün altına gittim sabaha kadar bekleyeceğim."

Dazai... O bunu bana mı bırakmıştı? Şu an, beni mi bekliyordu öyleyse...

Ne zaman kendimi odamdan dışarı atıp binadan çıktığımı bilmiyorum. Motoruma binip son sürat ıslak zeminde sürmemin sebebini de bilmiyorum. Aptal bir uskumruyla buluşmak için neden kaza yapma riskine giriyorum ki?

Köprünün hemen önünde durdurdum motorumu. İnip aşağıya çimlere koşmaya başladım. Ordaydı. Kahve saçları ay ışında parlıyor gecenin derinliğine öyle yakışıyordu ki... Suya yakın oturmuştu yanında bir şarap şişesi vardı. Kendisi ise viskisini yudumluyordu. Yanına ilerledim. Yürüyerek değil. Hissettirmeyecektim geldiğimi, bir sefer de o şaşırsındı. Süzülerek yanına geldim. Oturdum. Öyle bir dalmış ki düşüncelere fark etmedi beni.

"Madem önemsemeyeceksin neden çağırdın ki beni aptal."

"Ha! Chuu, gelmişsin..."

Şaşkınlığının ardından nasıl masum bir sevince erdiğini de görebilirdiniz mimiklerinden. Bu kadar çok mu istiyordu benimle burada olmayı. Lanet herif bir yaptığı bir yaptığını tutsa keşke...

Hiç bir şey demeden şarabı açtım ve içmeye başladım. Güzel bir şarap seçmişti ve ben de tabii ki içecektim. Derin bir nefes aldı, bir yudum viski aldı ve kafasını arkaya attı. Gökyüzünü izliyordu. Tanrım... O kadar hoş gözüküyordu ki... Arkaya düşen saçlarıyla açılan suratı, o kızıl kahve gözlerinin derinliği, hafif aralık ağzı ve gerilen boynuyla belirginleşen adem elması... Bir tablo gibiydi.

Şarabımdan aldığım yudumun ardından kendimi geriye attım. Çimlere uzanıp yıldızları izlemeye çalıştım. Şehrin ışıkları gökyüzünü öylesine kapatıyordu ki tek yıldız gözükmüyordu. Ben yıldızları ararken Dazai'nin de beni izlediğini fark edememiştim. Sessizce yanıma uzandı. Olmayan yıldızları izledik bir süre. Arada bir ben şarap içerken o da viskisinden içiyordu. Kimse bir şey demedi. Kimse bir şey demeye cesaret edemedi. Çünkü biliyorduk ki ikimiz de bunun bozulmasını istemiyorduk.

Çok geçmeden başını bana döndürdü. Artık gökyüzüne değil bana bakıyordu. İstifimi bozmadan şarabımdan bir yudum daha aldım.

"Ve..? Neden beni buraya çağırdın?"

"Yapılan barışı kutlayalım dedim. Fena mı?"

"Evet Dazai inanmış gibi yapasım bile gelmedi. Neden beni çağırdın?"

"Sence? Neden seni çağırdım?"

"Oynama benimle Dazai."

"Belli değil mi Chuu? Seninle vakit geçirmek istiyorum. Eskisi gibi takılalım istiyorum. Olamaz mı? Barış imzalandı artık engel yok önümüzde..."

Sinirle doğruldum ve ona döndüm. Yüzüne bakıyordum ama doğrudan gözlerine değil.

"Benimle olmayı sen reddettin. Elinin tersiyle beni ittirip 'iyi' tarafa geçen sendin Dazai. Şimdi böyle davranamazsın, buna hakkın yok."

"Chuuy-"

"Ben senin anında elinin tersiyle ittirip gidebileceğin ve istediğinde geri yanına koyabileceğin bir şey değilim Dazai."

Bu sözleri söylerken ayağa kalkmıştım. Benimle birlikte o da kalktı.

"Yaptığım şey bu değil."

"Hayır yaptığın şey tam olarak bu. Haber verme gereksinimi bile duymadan çekip gittin ve bir kaç yıl sonra karşıma düşmanım olarak çıktın. Nasıl hissedeceğimi düşünmedin mi hiç? Tanrı aşkına Dazai, beni en iyi tanıyan nasıl hissedeceğimi en iyi bilen sensin, bu kadar acı çekmemi neden oturup izlemeye devam ettin ki!"

ONE SOUL AND TWO PEOPLE   ||•soukoku•||Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin