Hepinize iyi okumalar, yorum yapmayı unutmayın.
Love u!
...
Sabahın erken saatlerinde kalkıp hazırlanan esmer adam, üzerine giydiği şık ve pahalı takımıyla, aynı zamanda kendi tasarlamış olduğu ayağındaki ayakkabılarıyla evden çıkmıştı. Şirketi erkekler için ayakkabı üretmiyordu fakat giydiği ayakkabıları özel olarak tasarlayıp diktiriyordu.
Evin önüne getirilmiş arabasına doğru yürürken yaklaştığı sıra şoförü eğilerek kapısını açmış, tamamen bindiğine emin olunca yavaşça kapamıştı. Hızlı adımlarla şoför koltuğuna geçen çalışan kemerini taktıktan sonra arabayı evin bahçesinden çıkarmaya başladı. Büyük demir kapılardan geçtikleri sırada arka koltukta oturan esmer adam telefonu eline alarak arkadaşını aradı.
''Efendim?''
''Şirkete doğru yola çıktım, sen neredesin?''
Jimin telefonu hoparlöre almış, parfümünü sıkarken ''Ben de çıkıyorum şimdi, orada görüşürüz.'' deyip, karşı taraftan onayı alınca aramayı sonlandırdıktan sonra hızlıca o da evden çıkmıştı. Taehyung camdan dışarı seyrederken çoğu şeyin hala aynı kaldığını fark etti.
Kore'yi pek de sevdiği söylenemezdi, sebeplerin en başında ise kendini buraya ait hissetmediği geliyordu. Onu, buraya bağlayan ya da kalmak istemesine sebep olacak bir şey yoktu. Belki de bu yüzdendi buralara ısınamaması, benimseyememesi.
Fransa'ya çoğu kişi sevgilisiyle veya arkadaşlarıyla giderken o, oradaki yalnızlığını çok sevmişti. İnsanlar Şanzelize'de el ele, kol kola yürürken, Taehyung tek başına saatlerce yürür, bir banka oturur ve küçük çizim defterini eline alıp parmaklarına özgürlüğünü verirdi.
Kim Victor Taehyung; özgür ve sanatçı ruhlu bir adamdı. Eşsizdi, farklıydı.
Bulunduğu nokta ona altın tepsiyle sunulmamıştı, ailesi yönünden de pek şanslı olduğu söylenemezdi. Şimdi annesiyle görüşse bile babasıyla asla yan yana gelmiyordu. Annesini bir kenara bırak, babasını hiç sevmezdi genç adam. Bir kez olsun başını okşadığını, halini hatrını sorduğunu hatırlamazdı.
Çünkü, yaşanmamıştı. En büyük yarasıydı babası ancak bir kez olsun bunu belli etmemişti, oysaki içi büyük bir öfkenin fırtınalarıyla doluydu. Ve hayat ona bir kötülük daha yapmış, babasının tıpkısı olmuştu.
Büyüdükçe, yüz hatları oturdukça ona daha çok benzemeye başlamıştı. Ardından Taehyung, bir kez daha nefret etmişti babasından.
Bakışlarını yoldan çekip eline tabletini alarak, Jimin'in dün akşam yemek yerken mail olarak attığı kreasyon planlamalarına göz attı.
Dönüşü muhteşem olmalı, ismini herkesin ağzından duymalıydı. Kolay tatmin olan biri değildi, bu da şirket çalışanlarının hatta Jimin'in bile zorlanacak olmasına sebebiyet veriyordu.
Arabanın yavaşlamasıyla başını kaldırıp daha sonra açılan kapısıyla araçtan inerek büyük binanın üzerinde yazan L'APPEL yazısında gözlerini bir süre gezdirdi. Dudaklarında gururlu hafif bir gülümseme belirdiğinde gözlerini çekerek binanın döner kapısına doğru yürümeye başladı.
Siyah ve grilerin hakim olduğu geniş lobiye giriş yaptığında onu gören çalışanlar ilk önce şaşırmış, sonrasında hızlıca saygıyla eğilmişlerdi. İki senenin ardından patronlarını görmek onları haliyle şaşırtmıştı.
Esmer adamı fark eden kadın hemen patronunun yanında soluğu almış eğilerek selam vermişti. ''Hoşgeldiniz, Bay Kim.'' Taehyung sekreterine baş sallamasıyla karşılık verip asansörün olduğu yere giderken, kadın da adımlarını yanındaki adama uydurmaya çalışarak yürüyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Patrice / Taekook
Teen FictionTasarladığı ayakkabılara hayat veren, Kore'den nefret eden melez Taehyung. Ve ona, nefret ettiği bu ülkeyi sevdirecek tek kişi; aşçı, feminen Jungkook. -Yetişkin içerik!