"SABUN"

10 3 3
                                    


"Yaşanmışlıkları zihnimizden çıkarıp atmak zordur. Yüzsüzdürler, istenmediklerini bilseler de peşimizden gelirler. En çok can yakanlarının üzerini, her gün yeni bir anıyla örteriz. Öyle ki dev hatıra yığınları altında kalsalar bile nefes alıp vermeye devam ederler."

Beni bir anne şefkatiyle sarmalayan paltomu çıkardım, üzerinde yanıkları vardı ve bana geçmişi hatırlatan tuhaf bir kokusu. Onu öylece üzerimden çıkarttım ve cansız bedenini siyah poşetin içine tıktım. Ardından sıra, bir çocuk yüreği kadar sıcak kazağıma geldi. İçimdeki merhametin canına kıydım ve onu da bedenimden öteleyip karanlığa savuşturdum. Sonra sıska bacaklarımın kadife örtüsü olan pantolonumla vedalaştık ve bu zamana dek süre gelen dostluğunu hiçe sayarcasına onu da terk ettim.

Öfkeliydiler, kızgınlıklarını ve küfürlerini duyar gibiydim. Zalim kara poşet, bu kadarla yetinmemişti tüm benliğimi yutmak istiyordu. Bunun üzerine çoraplarımı, iç çamaşırlarımı da ona bağışladım ve naylonun ağzını sıkıca kapadım. Ardından kondüktörün hazırladığı temiz havluları bedenime doladım ve vagondan içeri adım attım.

Bir kaç adım eşliğinde her şey değişti. Sıcak havanın insanı tıkayan basıncı boğazıma çökmüştü, tenimdeki gözeneklerin kabardığını ve nefes almaya çalıştığını hissediyordum. Bu boğuculukta tek görebildiğim, havaya oturmuş su buharıydı. Onun dışında ise kulaklarımda bir ninni kadar histerik su sesleri yankılanıyordu. Derken yavaş yavaş bu duruma alıştım ve buharların arasında siluetler görmeye başladım ve kısa zaman sonra bu siluetler kanlı canlı adamlara dönüştü. Altın musluklardan oluşan çeşmelerin başında insanlar köpükleniyor, keseleniyor ve yıkanıyordu. Kimileriyse orta yerde duran bölmeli havuzda yüzüyordu. Birden her şey öylesine berraklaşmıştı ki bundan önce gördüğüm tüm manzaraların net olmadığını düşünmeye başlamıştım. Sanki birisi havadaki buharı çekip almış yahut evveliyatında bozuk olan gözlerimi iyileştirmiş gibiydi.

Gözlerimi ovuşturup etrafa bakmaya devam ettim. Merkezde duran havuz birkaç bölüme ayrılmıştı. Ortada duran ana bölüm, yüzen insanlara ayrılmışken, başlardaki birkaç küçük alanda insanlar yıkanıyordu. Vagonun çıkışına doğru ise de heykelden dev bir aslan başı bulunan küçük bir kısım daha vardı. Altın rengi heykelin ağzından kuvvetlice bir su dökülüyordu. İnsanlar onun altına girip dakikalarca bekliyordu. Bu görüntüye bakakalmışken biri bana seslendi:

"Hoş geldin arkadaş."

Başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Köşede, altın rengi kurnanın başında, hafif kirli sakallarıyla ve elaya çalan gözleriyle bir adam oturmuş, elindeki tasa su dolduruyordu. Başımı eğerek selam verdim. Bunun üzerine adam samimi bir tavırla gülümseyerek beni yanına çağırdı. Olduğum yerden kalkıp adamın bulunduğu çeşmenin diğer tarafına çöktüm. O an iri adamın kemikli yüzü birden ekşidi ve:

"Sen daha yıkanmadın mı yoksa?" dedi. Elimdeki poşeti alıp kenara koydu. Sonra eliyle kapı girişindeki bölümü göstererek:

"Bak şu kapının dibindeki suyu görüyor musun? Oradan bu tarafa doğru yıkanarak geleceksin, her bölümde kirinden biraz daha arınırsın. En sonunda; şu aslan başlı heykelin ağzından akan kaynar suda, birkaç dakika beklediğinde ruhun da temizlenir, tüm kirinden arınırsın." diyerek elime çeşmenin başında duran, açılmamış bir sabun paketi verdi ve aslan heykeline ulaşana kadar sabunu bitirmemi söyledi.

Bunun üzerine olduğum yerden kalktım ve dediği gibi ilk havuza girdim. Su fazla sıcak değildi, hatta ılık olduğu bile söylenebilirdi. Usulca suya dalıp çıktım ve elimdeki paketi açıp sabunu çıkarttım. Altın rengi sabun tenime değer değmez temizlenmenin insan vücudunu rahatlatan o etkisini hissetmeye başladım. Sabunun o kaygan dokusu üzerimde gezindikçe yaşanmış tüm kötü anıların buharlaştığını düşünüyordum.

HAYALET TRENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin