Arctic Monkeys / Only Ones Who Know
yabancı bir yerde
durumu kurtaran şey hislerdi
çaldığı şey bir kalpti
onu etkilemeye ve büyük heyecana hazırdı
gözleri parlıyordu, kurtulmak için bekleyemiyordu
eminim juliet onun yanında sadece pastanın kremasıydı
hiç hata yapma, hiç
..
bahse varım ki o milyon tane insana iletişimde kalacağını söyledi
ama tüm o küçük sözler, pek bir şey ifade etmiyor
..
inanmayı çok kolaylaştırdılar
gerçek romantizme bu günlerde ulaşılamıyorve eğer sana istediğin yeri gösterebilseydik bile
eminim ki kendi kendine daha iyisini yapardın
anlayan sadece sizsiniz
.
.
Sırtım duvara yaslıydı. Elleri tişörtümü sıkıca kavramış, bırakmamaya yeminli misali yumruk olmuştu. Oda karanlık denilebilecek kadar az bir ışıkla aydınlanıyor, arkada o çok sevdiği şarkılarından birinin plağa işlenmiş hali kısık bir biçimde kulaklarıma doluyordu.Bulunduğum yerde ve konumda beni rahatsız eden hiçbir şey yoktu. Dünyanın, onların, bunların ve hatta zihnimin içine işlemiş katran misali geçmek bilmeyen tüm o kir sadece saniyeler içerisinde etrafımı terk ederek, yerini tükenmesin istemeyeceğim bir sakinliğe bırakmıştı.
O tam karşımdaydı. Eskisi gibi bakıyor, kokuyor, gitmemişiz gibi duruyordu. Hissettiğim her şeyin inceli uzunlu sokaklarının nihayetinde onun denizine döküleceğimi biliyordum. Bundan hiçbir zaman kaçmamıştım da ancak, şimdi pek daha bir belirgindi.
Bana bütünüyle eskiyi vadediyordu. Öyle kolay falan olacağını söyleyip çocuk da kandırmıyordu elbet. Usul usul, sessizce vuruyordu binlerce gemiyi alabora etmiş dalgalarını zihnime.
Nefesleri, dudaklarıma çarpıyordu üstelik.
Tekrar konuşma ihtiyacı duymadan parmakları koluma dolanarak temasını kesmeden aşağıya inmiş, elimde tuttuğum poşete uzanmıştı. İçine bir kez bile bakmadan, arkasını dönmeden geri geri adımlayarak banyoya doğru ilerlemişti. Onu takip edeceğimi ikimiz de biliyorduk, haksız sayılmazdık. Parmaklarımı beline sararak, benden uzaklaşmasına katlanamıyormuş gibi vücudunu kendime çektiğimde bedenlerimiz artık birdi. Gülemeyeceğimiz kadar yoğun bir havanın etrafımızı çepeçevre sardığını anlamam tam olarak o ana tekabül ediyordu. Gözleri yanıyor, saçlarının kızılına bulanıyordu. Gökyüzüne karışamayan saçlarım çığlık çığlığa bağırarak, kırmızıya karşı ne kadar güçsüz olduğuyla çınlatıyordu kulaklarımı.
Çoktan çöp olan izmaritin artık yer edinmediği parmakları enseme sarılarak ikimizi birden hareket ettirdi tekrar. Saat yarımı devirmiş, en zifiri hâlini üzerine geçirmişti dünya. Yeterince geç kaldığımızı düşünmüş olmalı ki, biraz hızlı ancak asla aceleci değildi. Kargaşayla denk düşmeden, telaşını senelerle ardında bırakmıştı. Artık beklemeyeceğinin farkındalığıyla dingin, haddinden fazla beklediğini ezberlemenin getirisiyle de sabırsızdı.
Banyoya ulaştık sonra. Nefeslerimiz bile gerekli gelmezken bize, öpüşmek için bir şey yapmıyorduk. Önemi yoktu çünkü. Yeterince sevişmiş ve yenilmiştik o an. Başka hiçbir şeyin önemi yoktu, ışığı belli belirsiz açmasının sebebi de buydu. Ne yaptığını görecek ama detaya inemeyecek görüş açısıyla tezgahın yanına ulaşıp, alınlarımızı yasladı birbirine. Ensemdeki eli poşetin içinden bir kutu boyayı çıkarmış, hazırlamaya başlamıştı. Temas etmeden durmak çok zor olduğundan kaşları hafifçe çatıktı.
![](https://img.wattpad.com/cover/220294481-288-k240604.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lierre ¦ yoonmin
Fanfictionpole danser's au / switch! . direğe sarılı bedenlerimiz kadar var, kıvranan benliklerimiz kadar yokuz. '𝐢'𝐦 𝐠𝐨𝐢𝐧𝐠 𝐛𝐚𝐜𝐤 𝐭𝐨 𝟓𝟎𝟓'