22 Şubat.
Munich'deki otel odamda zorla gözlerimi araladığımda alarmım kendini parçalarmışçasına çalıyordu, yorgunluk ve umarsızlık bulutları tepemde toplaşmış halimle dalga geçer gibiydiler. Aklıma gelen ilk şey bugünün turnenin bu ayağındaki son konser oluşu oldu, okuldaki son dönemim de başlamak üzereydi ve bir sonraki turnelere katılamayabilirdim. Mutlu olmam gereken şu zamanda kendimi bir çöp yığını gibi yatakta yatarken bulunca iyice motivasyonum kaçtı. Oflaya puflaya yataktan kalkıp ayaklarımı yere sürte sürte kendimi banyoya attım, göz altlarım mor, saçlarım karışmış ve cildim cilasız bir tuval kadar mat görünüyordu... Hiç vakit kaybetmeden uzun bir duş aldım, saat gerçekten de umurumda değildi, sanırım olacakları hissetmiş gibi olabildiğince güne geç başlamak istiyordum. Gece Munich'e iniş yaptığımızdan beri bir kasvet vardı üzerimde, şehrin yorgun görüntüsünden dolayı bu halde olmayı yeğlerdim, değildi...
08:30'daki kahvaltıya inme alarmım çaldığında sallana sallana hazırlanmama rağmen çoktan hazırlanmış, yatakta alarmın çalmasını bekliyordum, erken inip neşe saçacak günümde hiç değilim diye düşündüm içimden. Alarmla birlikte ayaklanıp, laptopumu kolumun altına sıkıştırdım ve çantamı sırtlanarak restoranda indim. Kimse yoktu ortalıkta, hızlıca bir muz ve kahve alıp cama yakın iki kişilik yuvarlak masalardan birine oturdum. Hayır yani ne yapıyordum ben burada, son günlerde Harry'nin program değişiklikleri, kostüm mızmızlıkları, kaybolan kablolar, sponsorların bitmeyen istekleri ile uğraşmaktan enerjim sıfırlanmıştı. Evet Abby, hayalini yaşıyorsun diyerek kendimi telkin etmeye çalışsam da şu an pek yardımcı olmuyordu.
Açık büfe sırasında Florence'ı gördüğümde toparlanmam gerektiğini hatırladım lakin onun da yüzünden düşen bin parçaydı, sanırım tüm ekipçe güzel bir tatili iple çekiyorduk, benimse 1 hafta sonra yeni dönemim başlayacak ve hem ofis hem okul arasında mekik dokumaya başlayacaktım, ne güzel ama!
Florence ve sonradan aramıza katılan Venus ile kahvaltımızı tamamladığımızda çok oyalanmadan tur otobüsüne geçip yolculuğu bekledik. Harry ve Jeff ortalıkta gözükmemişti bu sabah, bir problem vardı ama inanın araştıracak gücüm dahi yoktu. Florence'e sorup vicdanımı sakinleştirmeyi tercih ettim.
Abby: ''Harry ve Jeff'ten haberin var mı? Bir problem yok değil mi?''
Florence: ''Bir problem olduğunu sanmıyorum, geç geleceklerdir. Harry erken geldiğinde her şeyi değiştirmeye çalışıyor zaten daha iyi olur, program hazır.''
Ben ki kendimi mükemmeliyetçi sanırdım, Harry ise tam olarak sözlük karşılığıydı.
Öğle molasından sonra Harry'nin geldiğini ortalıktaki bağrışlardan fark ettim, kulis kapısına ilerlediğimde kulisi dağıtmış ve bir şeyleri arıyordu.
Abby: ''Sorun ne Harry? Yardımcı olabilirim.''
Harry: ''Hiç sanmıyorum Abby, beni yalnız bırakır mısınız artık? Lütfen!''
Belli ki tadı kaçıktı ve sabahtan beri hissettiğim saçmalıkların sebebini tam olarak şu anda bulmuştum. Kapıyı yavaşça kapatarak kulisin önündeki karmaşada Jeff'i buldum.
Abby: ''Harry'nin nesi var?''
Jeff: ''Bilmiyorum bir şey arıyor. ''
Emindim ki uğurlu penasını arıyordu. Kaybettiğini sandığı için kötü şans getireceğine inandığını tahmin edebiliyordum çünkü yıllardır çantamdan ayırmadığım renkli ip bana bu olay ile gayet yakından ilişkili gibi gelmişti.
Abby: ''Harry'i odadan çıkartabilir misin? Biraz sakinleşsin, halledeceğim.''
Jeff: ''Abby neyi halledeceksin, inanılmaz sinirli şu an.''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MANIFEST | Harry Styles
Fanfiction''give me something to dream about'' Harry: ''Dümdüz, yokuşsuz ya da çakılsız bir yol gibi durmuyor. Ama tüm bunlara değecek bir hali var. Yine de gökyüzünün mavisiyle buluşan, çimenlik, güneş ışığından gözlerimizin kamaştığı günlere ulaşır gibiyiz...